İnsanı tanımak zordur.
Öyle ki, yıllardır dost bildiğiniz biri, gün gelir öyle bir söz söyler, öyle bir hareket yapar ki şaşırır, “Yahu ben bu adamı bunca zaman içinde tanıyamamışım” dersiniz. Eşlerin dahi birbirini ancak beş yılda tanıyabildiği söylenir.
Meşhur hekim ve psikolog Alfred Adler’in İnsanı Tanıma Sanatı (1. bs. 1985, Çev. Kâmuran Şipal) adıyla dilimize çevrilen bir kitabı vardır. Dergâh Yayınları bu eseri yayımladı.
Ben bu kitabı bir yana bırakıp Kur'ân-ı Kerim, Hucurat suresi, 13. âyete bakalım derim. Meâli şöyle: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık...” buyruluyor.
Burada yer alan “tanışma” (teârüf) fiiline müfessirler yeterince dikkat etmişler midir? (Elbette etmişlerdir. Çünkü insanların millet, kavim, kabile, aşiret vb. olarak yaşamalarının gerekçesi bu kelime. Toplumlararası ilişkilerin mahiyetine işaret ediyor. Benim anladığım bu. Din âlimi değilim. Sadece düşüncemi dile getirdim. Ehil olanlar bilir. Belki buradan sosyolojiye kadar gidilir.) Bana göre “anahtar” kavramlardan biri. Tıpkı “hikmet, emanet” gibi. Elmalılı Hamdi Yazır surenin...