İlk tahsilimi Erzincan Fırat İlkokulu’nda tamamladım (1953-58). Öğretmenimiz Tabiat Bilgisi dergisinde insanın tabiatla savaştığını ve onu yendiğini anlatıyordu. İşte geçit vermez dağlar üzerinden yolları aşırdı, otomobil ile uçak icat edip zamanı ve mesafeyi kısalttı, suların önünü kesip barajlar yaptı, elektiriği buldu ve karanlığı yendi.
“Keşifler ve icatlar ansiklopedisi”ni karıştırırken, ben de okyanusları aşan, kutupları fetheden bir fatih oluyordum.
Yıllar sonra anladım ki tabiatla savaşan insan bir kahraman değil; gözünü kan bürümüş bir katil. Toprağı, suyu, havayı kirletiyor, ağzı-dili yok bitkileri ve hayvanları neslini kurutacak şekilde sömürüyor. Eline güç geçtiğinde tabiat bir yana kendi hemcinsini de “ham madde” olarak kullanıyor.
“Hududullah”ı çiğneyen insan aklıyla, girişimci ruhu ve keşifleriyle, tekniği teknolojiye dönüştürüp endüstriyel üretimi başlatınca “Yeryüzünün hakimi benim” diye efelendi.
Banka mabed para mabud, fabrika bacaları ile gökdelenler bu yeni dinin göklere yükselen bayrağı oldu.
Çarkıfelek dönüyor yatırım-üretim-tüketim zinciri tüm insanlığı aynı anda hem zorba hem esir kılıyordu.