Orta birden ikiye geçtiğimiz yıldı galiba. Erzincan Lisesi’nin inşaatı bitince eski okulumuzdan yeni binaya taşındık. Binanın etrafı hâliyle inşaat artıkları, molozlar ile kaplıydı. Elimizde kazma, kürek, oldukça geniş bir arsaya kurulu mektebimizin bahçesini temizleyip düzeltmeye başladık. Başımızda bazen beden eğitimi öğretmeni, bazen tarım öğretmeni bulunurdu.
O yıllarda orta öğretimde “tarım dersleri” vardı. Hey gidi günler, Türkiye nereden nereye geldi. Bütün güz, bütün okul, bu derslerde bahçeyi düzeltmekle uğraştık; sonunda her şey mis gibi oldu. O yıllarda iklim değişiklikleri, küresel ısınma gibi meseleler yoktu.
Kar kasım sonu, aralık başında düşmeye başlar; bütün bir kış durmaksızın yağardı. Manavlarda hormonlu sera sebzeleri bulunmaz, her meyve ve sebze mevsiminde yenirdi. Kar ancak şubat sonu kalkar, soğuklar mart ortalarına kadar devam ederdi. Sonra hepimizin bildiği gibi Nevruz çıkardı. Nevruz çıktı mı bahar geldi demekti. Biz o zaman yine aynı öğretmenlerin nezaretinde kazmayı küreği kaptık.
Bu defa okulumuzun bahçesini ağaçlandırmaya giriştik. Çayırlık alanlar, çiçek tarhları, yürüyüş yolları belirlendi. Erzincan denince şu tanıtım cümlesi...