Dünya; Allah’a, Peygamber’e ve öte dünyaya inanmayanların hakimiyet, zenginlik, refah, konfor ihtirası sebebiyle giriştikleri sanayi-endüstri-teknoloji yarışının sonucu yangın yerine döndü. Yangında ilk kurtarılacakları saydık: Toprak-Su ve Hava. Topraktan bahsettik. Sıra suda.
Su hayatın kaynağıdır. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hakk’ın insanı ve bütün canlıları sudan yarattığı belirtilir (Enbiya-Nur-Furkan). Suyun ortak kullanımı ve paylaşımı ile ilgili ilkelere yer verilir (Şuara-Kamer). Hadislerde ise bilhassa kirletilmemesi, içme ve sulamada kullanılması ile ilgili pek çok hüküm vardır. Fıkıhda “Sular Bahsi” çok geniştir. Şurası bilinmelidir ki suda mülkiyet yoktur.
Bunlar bir yana önce ülkemize, sonra dünyaya dönelim. 2030 yılında temiz suyun tükeneceği söyleniyor, “su savaşları”ndan bahsediliyor. Bunlar da bir yana, ben şunu diyorum:
Ergene’nin suyu artık tarımda dahi kullanılamaz hale geldi. Bütün büyük nehirlerimiz; Gediz, Menderes, Sakarya, Fırat, Dicle, Kızılırmak; çaylar-dereler zehirlendi, suları siyaha döndü. Gün geçmiyor ki bir nehrimizde, bir gölümüzde zehirlenen balıklar karaya vurmuş olmasın.
Toprağı, suyu ve havayı zehirden temizlememiz lazım. Neye malolursa olsun.
Gelelim suda mülkiyete ve özelleştirmeye. Hayatî değer taşıması ve kıt bir kaynak olması sebebi ile su artık kârlı bir mal sayılıyor. Yani ticarî bir meta. Yani Cenab-ı Hakk’ın insana, hayvana, börtü-böceğe, bitkiye-çiçeğe, tüm canlılara ve toprağa nimet olarak verdiği suya hiç utanç duymadan pranga vuruluyor; tüm dünyayı kirleten naylona sarılıp satılıyor.