Heidegger’in teknik ile teknoloji arasındaki farkı ortaya koyan bir misali var.
Şöyle: Yelkenli kayık veya gemi insan yapısıdır. Suda yüzebilmesi rüzgâra bağlıdır. Tarım toplumunun adamı olan gemi sahibi tabiatla dost olmayı şiar edinmiştir. Tabiat ve insan yelkenli gemide el ele verir. Gemici rüzgârı-mevsimi-bulutu-denizi tanımak zorundadır. Bir biçimde “kâinatın kitabını” okur. Kâinatın kitabını okumak farzdır.
Rüzgâr müsaitse yol alır, sert ise bekler bir duldaya çekilir. Tabiata kafa tutmak, onunla savaşmak, onu yenmek kibir alâmetidir ve Hudûdullah’a aykırıdır.
Buna mukabil “buharlı gemi” yelkenliye nazaran bin kat, on bin kat daha güçlüdür. “Buhar makinası” sanayi devrimini başlatan unsurların başında gelir. Onun için rüzgâr esmiş esmemiş vız gelir. Dalgaları yarar, mesafeleri aşar, yekpare zamanı delerek geçer. Haz ve hız döneminin müjdecisi olup göbeğinde “teknoloji”yi saklar ve insanoğlunun “tabiatla savaşı”ndan zaferle çıkar.
Teknoloji insan ölçeğinin dışındadır. Elbette ki “insanüstü, inanılmaz, hayranlık uyandıran, hayatı kolaylaştıran, kazanç getiren, insanı mutlu eden, ele geçtiğinde ele geçirememiş topluluklar üzerinde hakimiyet sağlayan” insanoğlunun (nefsin) “güç temerküzü” için olmazsa olmaz bir silahtır.
Bu sebeple tüm insanlık onun peşinden koşar. O, yani teknoloji, sermayenin icadıdır. Tüm hayatı değiştirdi. Hudûdullah’ı aşmayı marifet bildi ve bunu insanlığa “cebren” kabul ettirdi. Kızılderililerin beyaz adamın yapıp-ettiklerine, insana ve tabiata nasıl küstahça-alçakça saldırmaları karşısında duydukları “şaşkınlık” –hayranlık değil– bu sebepledir.