Başı pare pare dumanlı karlı dağlardan, minik derelerden, pınarlardan birbirine karışa karışa çoğan, taşlara çarpa çarpa köpüklenen, iki yanını naneler, yarpuzlar, çiçekler bezemiş türküler söyleyerek ormana giren, çamdan-kayından-kestaneden-sedirden türlü ağaçlardan kokular devşiren bir dere ormanı geçtikten sonra hızını azaltarak bir küçük göl ile buluşuyor.
Onu besliyor.
Gölün bir ucundan girip, öteki ucundan çıkıyor. İçinde alabalıklar oynaşıyor.
O koca çamlar, sedirler, gürgenler gölü çevreliyor. Suya düşen gölgeleri her dakika başka bir manzara arzediyor. Bir iki köşede kuşburnular, dağ çilekleri, böğürtlenler suya eğilmiş onunla konuşuyor. Göle bakıyorsunuz dibindeki çakıl taşları; beyaz, sarı, gri, kara parıldıyor.