Bazı insanlar vardır, fikrî veya bedenî olarak ne kadar çaba gösterirlerse göstersinler, bir şeylerin üstesinden gelmeyi başaramazlar. Mesela, kimi insanlar yabancı dil öğrenemezler; kimi insanlar kendilerini bildikleri günden beri matematikle geçimsiz olduklarından çarpım tablosunu bile ezberleyemezler; kimi insanlar bisiklete binmeyi beceremezler. Kimi insanlar da vardır, bir fikir ve düşüncenin gerçekte ne ifade ettiğini bir türlü ihata edemezler. Bu yüzden de “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” sözünün ‘’mâsadak’’ı haline gelirler. Düşünün ki bundan yirmi yıl kadar önce Kur’an ve tarihsellik meselesinin hararetle tartışıldığı bir dönemde bu tartışmaya müdahil oluyorsunuz ve “büyük bilge” edasıyla tarihselciliğin ne olduğu hakkında “güya” bir şeyler söylüyorsunuz. Aynı dönemlerde “hermenötik”ten de bahsediyorsunuz ve fakat ne yazık ki hermenötiğin Kur’an tefsirine tatbik edilemeyecek bir yöntem olduğundan filan dem vuruyorsunuz. Yani tarihselcilik, hermenötik gibi ilmî ve akademik müktesebat gerektiren konulara tam ortasından müdahil oluyorsunuz ama sonuçta hermenötiğin Kur’an tefsirinde elverişsiz bir yöntem olduğundan söz edecek kadar büyük bir garabet sergiliyorsunuz. Tarihselcilik konusunda da benzer bir durum izhar ediyorsunuz. Demem o ki bugün yine tarihselcilik hakkında bir şeyler söylüyorsunuz; ama yaklaşık çeyrek asır önce söylediklerinizle kıyaslandığında -maalesef- bir arpa boyu kadar dahi yol almadığınızı gösteriyorsunuz. Daha açıkçası, bir-iki ay kadar önce bir derginin, “Tarihselcilik nedir? Hangi ihtiyaç ya da etkilenmenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır? Kur’an’ı yorumlamada bir yöntem olarak görülebilir mi?” şeklindeki sorularına cevaben tarihselciliğin birkaç temel önermesinin bulunduğundan söz ediyorsunuz.