Doksan küsur yıllık Cumhuriyet tarihine az çok vâkıf olanlar dahi bilirler ki özellikle çok partili dönemden itibaren devlet genellikle vesayet sistemiyle yönetilir, hükümet de yine aynı sistem tarafından terbiye edilirdi. Vesayet sistemindeki mekanizma daha ziyade Türk Silahlı Kuvvetleri ve yüksek yargı organları marifetiyle işletilirdi. Bu sistemin katı laikçi ve Kemalist ideolojiye endeksli kodları özellikle 1970’li yıllardan itibaren Milli Nizam, Milli Selamet ve devamındaki yarı “İslamcı” yarı Osmanlıcı siyasi çizginin toplumsal tabanda daha fazla karşılık bulmasıyla birlikte tehdit ve tehlike alarmı vermeye başladı ve hemen her alarm durumunda İmam-Hatip ve İlahiyat Fakültelerine yeni bir ayar yapıldı. Bugün sayısız İmam-Hatip Lisesi, yüz küsur İlahiyat ve İslami İlimler fakültesinin -ki bu kalabalık sayısı da ayrı bir tartışma konusudur- mevcudiyetinden de anlaşılacağı üzere bu iki kurum üzerindeki laikçi Kemalist vesayet son buldu; fakat bu defa da İlahiyat üzerinde Sünnîliği nev-i şahsına münhasır bir Sünnî kâhyalık vesayeti kuruldu. İslam tarihinin daha ilk dönemlerinde imamlar, hatipler ve vaizler aracılığıyla Hz. Ali ve evladına minberlerden ve vaaz kürsülerinden küfürler yağdırmayı gelenek hâline getiren Emevîlerin kurucu babası Muaviye ve takipçileri din kâhyalığının ilk temsilcileri olarak görülebilir. Kaldı ki Muaviye’nin Sıffîn savaşı sırasında ve sonrasında yaptıkları, ilerleyen zamanlarda Emevîlerin neler yapabileceklerinin teminatı gibidir. Ayrıca meşhur Emevî valisi Haccâc’ın büyük tâbî müfessir Saîd b. Cübeyr’i katletmesi Emevîlerin sadece din kâhyalığında değil, cinayet dâhil her türlü melaneti işleme hususunda da çok kabiliyetli olduklarına dair önemli bir göstergedir. Bu mesele bir kenara, günümüz Türkiye’sinde “2 Adet İbn Kemal Tefsir Çekilişi… Çekilişe katılmak için bu tweet altında Hz.