Bizim Doğu Karadeniz taraflarında “Sokma akıl yedi adım gider” diye bir atasözü vardır. Bu sözün “El atına binen tez iner, sokma akıl yedi adım gider” şeklinde bir varyantı da vardır. Sokma akılla ilgili bu veciz söz kendi aklının ne işe yaradığını bilmeyen, hatta bilmek dahi istemeyen, hep başkalarının aklıyla hareket eden kimseleri niteler ki böyle bir niteleme özellikle müesses dinî yapılardaki genel müslüman modelini akla getirmektedir. Zira dinî düşünce dünyamızdaki en temel problemlerden biri sokma akıl ve buna bağlı olarak, “Ben bilmem, şeyhim bilir” demeyi kendine hayat felsefi edinmiş dindar modelidir. Sokma akıllı dindar modelinde akıl, öncelikle kişinin kendisi olmak üzere hiç kimseye faydası olmayan bir şeyden ibarettir. Hatta şey bile değildir. *** Genel olarak dindar insan modelimizin sokma akıl sahibi olmayı yeğlemesi, bir yönüyle derin düşünce ve düşünmenin kaçınılmaz kıldığı huzursuzluktan hiç hazzetmemesi, dolayısıyla zihin konforunu bozmak istememesidir. Her ne kadar bizim muhafazakâr ve İslamcı taife, “Batı, Aydınlanma, Kartezyen felsefe, modernizm” filan diyerek itibarsızlaştırmaya çalışsa da akıl insana bahşedilmiş ilahi lütufların belki de en başında gelir. Hal böyleyken, insanı insan yapan akıl, irade ve düşünce gibi kabiliyetleri rafa kaldırıp kişinin kendini neredeyse büsbütün atıl hale getirme eğiliminin daha ziyade din alanında kendini göstermesi ve bu alanda çoğunlukla konformistliğin, yani çoğunluğun belirlediği satır çizgileri arasında kalmanın tercih edilmesi hayli ilginçtir. Bu durum bir açıdan din alanında “beleş hizmet alımı” arzusuna işaret ederken, diğer bir açıdan da teolojik sorunların ağır zihnî-fikrî yükünü taşıma işinin başkalarına ihale edilmesi kurnazlığına (şark kurnazlığı) işaret etmektedir.