1980’li yılların başında Giresun İmam-Hatip Lisesi’nde okurken kompozisyon derslerinde çok zorlanırdım. Hiçbir imtihanda doğru düzgün bir kompozisyon yazamazdım. Zihnimi, fikrimi çok zorlamama rağmen yazacak bir şey bulamazdım. Kompozisyon sınavlarındaki düşük notlarımı bilgiye dayalı edebiyat dersi yazılılarına sıkı çalışarak toparlardım. Fakat sonuçta edebiyat+kompozisyon dersini karneye çok iyi düşürmeyi pek başaramazdım. Yazma konusundaki kabz hâlinin okumama ve okumaya hiç merak duymamanın mukadder neticesi olarak yüksek lisansa başladığım 1990’lı yılların ikinci yarısına kadar devam ettiğini hatırlarım. Gerçi üniversitenin ilk yıllarından, yani 1980’li yılların ilk yarısından itibaren okumaya başlamıştım; fakat hiç yazmamıştım. Hoş, yazmak istesem bile niçin ve ne hakkında yazacaktım? 1996 yılında Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Tefsir yüksek lisansına başladım. Yüksek lisansa başlama gerekçem, akademik kariyer yapma hevesi değil, o yıllarda öğretmen olarak görev yaptığım ve birbiri ardınca can yakıcı tecellilerle karşılaştığım memleketim Giresun’dan “Tebdil-i mekânda ferahlık vardır” diyerek terk-i diyar eylemek, bunun için de kendime tayin vesilesi üretmekti. Evet, Tefsir yüksek lisansına sırf bu yüzden başladım; fakat zaman içerisinde bu işe ısınıp dört elle sarıldım.