İnsanlık olarak zor zamanlardan geçiyoruz. Hem devletler hem toplumlar hem de fertler planında zorlu sınamalardan, imtihanlardan geçiyoruz. Hak ve adalet arayışı ise bu sınama ve imtihanların nirengi noktasını oluşturuyor. Ancak öncelikle fert bazında bu hak ve adalet arayışının hakkını verebildiğimiz kanaatinde değilim.
Yukarıdaki düşüncelerin zihnime üşüşmesine neden olay onlarca olaydan birisi de Doğu Türkistanlıların maruz kaldığı zulüm…
Uygur Türklerinin maruz kaldığı Çin zulmü yeni bir şey de değil aslında. Onlarca yıldır gündemimizde olan bir mesele. Ama meselenin çözümü noktasında maalesef bir arpa boyu kadar yol alamadık.
Uygur Türklerini bu hak ve adalet arayışlarında yalnız bıraktık. Onların çığlıklarına karşı kulaklarımızı tıkadık adeta.
Oysa her şeyden önce bir insan olarak, sonra dindaş olarak, aynı milliyeti paylaşan insanlar olarak daha farklı davranmamız gerekmez miydi?
İşte tam da bu noktada insan olmamızın gereklerini sorgulamamız gerekiyor. İnsan olmanın gereklerini, hak ve adalet arayışında nerede durmamız gerektiğini irdelememiz gerekiyor.