Uzun telefon görüşmelerimin birini yapıyordum. Sabırla karşımdakini dinliyor, başımı sallıyor, kısa cevaplar veriyordum. Cep telefonu vücudumun bir parçası olmuştu artık. Evden çıkarken aldığımız ilk eşyamız olmuştu. Olur ya telefonu yanlışlıkla evde unutursak kendimizi boşlukta hissediyoruz. İlk fırsatta gidip dolduruyoruz boşluğu. İnsanlar, arabalarından koşarak çıkıp, muhabbet ederek binaya giriyor ama, karşılaştığı komşusuyla muhabbet edemeden asansöre giriyor. Telefon icat edildi, bina önlerindeki sohbetler tükendi. Komşumuzla face’de görüşür olduk. Bu kadar konuşacak ne buluyoruz anlamıyorum. Bu bitmez sohbetlere ne zaman dayanıyor, ne de şarj. Allah’tan yedek şarjlı kılıflar çıktı da rahatladık. Çinliler ona da çözüm bulmuşlar. Tak konuş, bas konuş.
Görüşme devam ederken arabadan inip, bir pastaneye girdim. Mesajla gelen ihtiyaç listesini tamamlıyordum. Alacağımı belirtmek için söze ne hacet, bir işaret yetti. Bu tarz hallere tezgahtar kızlar da alışkın. Konuşan kişinin telefon markasına göre ne alacağını da tahmin ediyorlar. İlginç değil mi! Değil bence. Tüketim çılgını olduk çıktık. Tükettikçe tükeniyoruz. İhtiyaç olmadan alıyoruz. Evin farklı yerlerinde inzivaya bıraktığımız çok eşya var. Cebimde bir titreşim hissediyorum. Gelen kutumda bir misafir vardı. “Suriye’deki kardeşlerimize yeni ve az kullanılmış giysi topluyoruz…” Biz de bu hafta Maskoyu (Mobilyacılar Sitesi) ziyaret ettik. Mevcut elbise dolabının daha büyüğünü bulmak için…
Tezgahtar poşeti uzattı. Kaç para olduğunu sormada...