Kimi zaman iyiler egemen oluyor dünyaya kimi zaman da kötüler. Kan gövdeyi götürüyor bir müddet. Sonra bakıyorsunuz ki kültür, sanat ve bilim hızla ilerliyor. Ya da aynı anda dünyanın bir yerine savaş, kıtlık, kuraklık ve depremler egemenken başka tarafı huzur ve güven içinde hayat sürüyor. Payımıza düşen de şartlara göre değişiyor.
Belki de iyiyi ve kötüyü anlamak için acı çekmek ve çekilen acılara şahit olmak zorundayız. Kemal Sayar Yavaşla isimli kitabında “Istırabını bir anlam üzere yaşayanların hayatında trajedilerden zaferler tomurcuklanır” der. Demek ki bazı acılar ders verici nitelikte. Ama hangi acılar? Hangi acılara ve ne kadar talip olmalıyız?
İnsanın görevi tetikte kalmaktır. Korku ile ümit arasında yaşamak. Dünya tamamen iyidir ya da tamamen kötüdür, tamamen adildir ya da tamamen adaletsizdir diye bir sonuca vardığınızda şartlar sizi hep haksız çıkartır. Bir bölgede savaş varsa belli süre sonra barış olur. Sezai Karakoç’un ifadesiyle “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer” gerçekten de vardır.
İnsana yakışan iki durum var. Birincisi sabırla iyinin hâkim olacağı günleri beklemek. İkincisi iyinin hâkim olması için harekete geçmek. İnsanın görevi tarafını geç bile olsa belli etmektir. Dünya tarafını en güzel şekilde belli etmeyi bilen insanlar sayesinde dönmeye devam etmektedir. Cesur ve fedakâr insanlar sayesinde…
Asıl mesele kötüyü yok etmek değil baskılamaktır. İnsanların büyük bir çoğunluğu iyi için harekete geçtiklerinde dünyanın asli unsuru iyilik olur. İyi kötüyü gölgede bırakır. Zor olan bu şekilde kalabilmektir. İyinin dünyanın yüzde yüzüne olmasa da yüzde yetmişine hâkim olması büyük bir iştir.
Evimizde sağlıklı ve huzurlu bir şekilde oturuyorsak bunda dünyanın her yerinden insanın büyük emeği vardır. Hepimiz birbirimize çok şey borçluyuz. Bu borcun farkında olmalıyız. Ödemeyi sadece iyilikle yapabiliriz. Ödeme yapıp yapmadığımız da kolayca bilinir. İyilik ve kötülük evrensel dillerdir. Her insan ve her millet anlaşmak için bu dilleri kullanır.