Felsefe tarihinde mekâna çoğunlukla haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Zaten günlük hayatta da zaman ve mekân ikilisi söz konusu olduğunda sanki mekân hiç yokmuş ve önemsizmiş gibi davranıyoruz. Çoğu şeyin zamana bağlı olduğunu düşünmeye daha çok yatkınız. Halbuki tam tersi.
İşin aslı şu ki mekân zamanın değişimine göre şekil almıyor. Zaman mekânın hareketine göre şekil alıyor. Mevsimleri oluşturan şey yeryüzünün hareketi değil mi? Ayları, günleri ve yılları ayın ve güneşin hareketine göre ölçmüyor muyuz? Zamanı gösteren şeyin mekân olduğu gerçeğini unutuyoruz.
Bu gerçeği unutunca ne mi oluyor? Mekân zamana farklı şekillerde isyan ediyor. Kendi önemini bize tekrar hatırlatıyor. Mesela kışın ortasında yazı yaşıyoruz. Yazın ortasında şiddetli sağanaklara maruz kalıyoruz. İhmal ettiğimiz mekân faktörü medeniyetimizi de bizden alıp götürüyor.
Müslümanların bugün etkisiz olmalarının önemli bir nedeni belli ki mekanlarını koruyamamaları ve yeni mekanlar inşa edememeleridir. Avrupa her şeyi Avrupa’yı merkeze alarak yapıyor. Bunda da başarılı. Peki Müslümanlar nereyi merkeze almalılar. İslam dünyası neresi?
Sadece kutsal zamanları yok Müslümanların kutsal mekanları da var. Bu mekanlardan kastımız sadece, Mekke, Medine ve Kudüs değildir. Biz Müslümanlar için İstanbul, Bağdat, Şam, Semerkant ve Buhara gibi şehirler de kutsaldır ve korunmalıdırlar. Mekân sizin değilse zaman da sizin değildir.
Mekân sorunu oldukça eskidir. Aristoteles eserlerinde konuları ele alırken kendisinden önceki düşünürlerin fikirleri hakkında da bize çoğu zaman bilgi verir. O bu noktada felsefe tarihçisi gibi de hareket eder. Aristoteles’e göre tarihte “Mekân nedir?” sorusunu soran ilk kişi Platon’dur.