Mehmet Âkif’e yaşarken yapılan zulüm yön değiştirerek günümüzde de farklı metotlarla devam ediyor. Hem de akla ziyan saldırılarla, ahlaka mugayir sözlerle.
Abdulhamid’e karşı kullandığı ifadelerden başlayıp “Doğrudan doğruya Kur’andan alıp ilhamı” dizesine kadar uzanan, oradan “Bedrin aslanları”nın kulağını çınlatan mesnetsiz, izansız bir kuru kalabalık sözü dillerine dolamaya devam ediyorlar.
Bütün bunlara ve daha fazlasına mantıklı açıklamalar getirilse de gözünü, kulağını, zihnini hakikate kapatıp kendisine öğretilen nakaratları tekrarlayanlara hiçbir söz kâr etmiyor.
En son zıvanadan çıkmış söz de geçen hafta sarf edildi. “Tahsili veterinerlik olduğu halde tefsir yazmaya kalkışmıştı.” cümlesi de kullanıldı nihayet. Bütün köşeleri kinleriyle doldurdular ya içleri epey bir rahatlamıştır. Cümle zaten baştan sıkıntılı. Mehmet Âkif tefsir değil meal yazmıştı. Tefsir ile mealin ayırtına varamadan maksat yıpratmak olunca işte böyle de şaşırabiliyor insan.
Mesele şu demek ki. Herkes kendi işini yapacak. Alanı ne ise onun dışına çıkmayacak. Tek alanda çalışmasını yürütecek demek kendi işinin yanında kendini yetiştirerek başka alanlarda söz sahibi olan bütün isimleri yok saymaktır bu. Mesela Mustafa Armağan edebiyat fakültesi mezunu ise tarihle ilgilenmesin demektir bu. Mehmet Niyazi için de geçerli bu kıstas o zaman. Hukuk eğitimi almış birinin tarihle ilgilenmesi hem de bu alanda başyapıt denen eserler ortaya koyması ne büyük talihsizlik demek anlamına geliyor.
Mealden bahsediyoruz. Yani Arapça’ya vakıf olmakla ilişkili bir durum bu.