Kitapların huzur veren iklimi gibi bir kavramı herkese anlatmak ya da kabul ettirmek o kadar da kolay değil. Ne yazık ki okuma ile sorunu olan bir milletiz. Konuşmaya geldiği zaman herkesin okumak üzerine söyleyeceği beylik sözleri o kadar çok ki… Sözden fiile geçişte aksaklıklar yaşanıyor. Bu da artık bizde gelenekselleşen bir durum oldu. Konuşurken mangalda kül bırakmayanlar, sıra eyleme geldiğinde bin dereden su getirmekteki maharetlerini hemen gösteriyorlar.
Kütüphanelerin insanlık tarihindeki yerini alışı İ.Ö. 626’lı yıllara kadar gidiyor. Bununla ilgili birçok farklı bilgi olsa da ortak bir kanaat şudur ki kütüphaneler hayatımızda binlerce yıl öncesinden beri var.
Kitabın bir ihtiyaç olduğunun kabul edilmesinin bir sonucu olarak oluşturulan kütüphaneler şehirlerin başköşesinde yer almış, medeniyetin bir göstergesi olarak da her zaman ihtimam gösterilen mekânlar arasında tutulmuştur.
Bir şehri yağmalayanlar, ganimetlere el koymanın yanında şehrin kütüphanesini de ateşe vermeyi ihmal etmemiştir. Çünkü bir milleti yok etmenin yollarından birisidir milletlerin kültürel birikimlerini de küle döndürmek.
İskender’in yaktığı İran Kütüphanesi, Romalıların yaktığı İskenderiye Kütüphanesi, Haçlıların yaktığı İstanbul Kütüphanesi ve en son Amerikalılar tarafından 2003 yılında yağmalanan Bağdat Kütüphanesi tarihte yakılıp yıkılan kütüphanelerden sadece birkaçı.
Kütüphane demek bir milletin hafızası demektir. Milletlerin geçmişle olan bağlarını koparmanın bir yolu olarak görülen kütüphaneleri yok etmek, milletleri yok etmeyi düşünen barbaların tercih ettiği bir gözü dönmüşlük olmuştur çoğu zaman.