15 Temmuz ihanetinden sonra toplum olarak bir bütün olmuştuk ve ben bundan çok mutluydum. Sağcısı, solcusu, liberali, Alevi’si, Sünni’si, Türk’ü, Kürt’ü ilk kez ortak bir noktada buluşmuştuk. Buna da Yenikapı Ruhu denmişti. Fakat maalesef bu ruh tükenmek üzere... Maalesef eski düşmanlıklar yeniden hortluyor ve manzara kötüye doğru gidiyor. Bir yandan Cumhurbaşkanı’nın ifade ettiği gibi ekranlarda FETÖ ile mücadelede at izi iti izine karışıyor ve mağduriyetler oluyor, bir yandan da yine ekranlarda doğrudan dindarlar hedef alınıyor ve 28 Şubat ruhu hortlatılmak isteniyor .
Türkiye’de 2011 öncesinde berbat bir askeri vesayet rejimi vardı. Batılı akademik literatürde buna Kemalist rejim dönemi deniyor ama Atatürk hakkındaki hassasiyet sebebiyle bizler buna Kemalizm demeyelim. Arada düz şekilde öyle diyerek hata yapıyoruz. Buna gerek yok. Atatürk’ün ortak bir değerimiz olarak kalmasına kimsenin itirazı yok. Fakat 2011 öncesinin askeri vesayet rejiminin suçları da örtülemez. Bu vesayet rejiminde bazen sağ darbeciler, bazen sol darbeciler egemen oldu ama bunların hepsi Kemalizm maskesi altında hareket eden alçak vesayetçilerdi. Bu rejim gayrimüslimlere, Alevilere, Kürtlere ve Sünni dindarlara büyük zulüm yaptı. Elbette bu zulümler nüfus oranlarına göre değişiyordu. En küçük azınlık olan gayrimüslimler toptan imha edildi. Kürtler inkâr ve asimilasyon politikalarından geçirildi. Aleviler büyük katliamlar yaşadı. Toplumun büyük çoğunluğu olan Sünni dindarlara toplu katliam yapılamadı çünkü zaten bu kesim kahir ekseriyet idi. Öyle bir toplu katliam durumunda zaten rejim çoktan yıkılırdı. Ama İskilipli Atıf Hoca gibi cinayetler yaşandı. Genel olarak dindarları zorla laikleştirme politikaları izlendi ve bu da büyük zulümdü. Başörtülü kadınların okulda öğrenci olması bile yasaklandı. Dindarlar hep kamusal ortamlarda aşağılandılar. Bir subayın eşi başörtülü ise ordudan kovuldu.
Gülenizm olgusu da sürekli kendini gizleyerek, oruç vakti rakı içerek, bu rejimin içine bu zeminde yerleşti. Rejim zaman zaman söz konusu mağdur kesimleri birbirine kırdırdı. Alevileri potansiyel komünist görüp bir dönem özellikle Sünni dindarları destekledi. Sonra İslami kesim tehlike görülüp 28 Şubat’ta Alevilerin sırtı sıvazlandı ama ne olursa olsun düzen, aslında laik yaşam tarzına sahip Sünni Türk olmayan herkesin düşmanıydı. 28 Şubat dönemi ise İslam düşmanlığının hakikaten zirve yaptığı bir dönemdi.
Esasen bu konular çok konuşuldu, bu gerçeklerle son yıllarda ciddi bir yüzleşme yaşandı. Türkiye bütün bunları söylem düzeyinde aşmıştı. Artık hiç kimse ekranlarda -Kardeşim, bu ülkede Kürtlere ve Alevilere eziyet edilmedi- gibi ya da -Türkiye’de dindarlar zulüm görmedi- gibi retro söylemleri kullanamıyordu. Hiç kimse artık bu toplumun ortak değeri haline gelmiş Menderes ya da Özal hakkında çirkin ifadeler telaffuz edemiyordu. Sayın Kılıçdaroğlu bile bu konuda duyarlıydı. Bir uzlaşma noktasına gelinmişti.
Ancak maalesef son dönemde bu bozuldu ve 28 Şubat ruhu yeni aktörler eliyle yeniden hortlatılma durumuna geldi. İki gün önce katıldığım bir tartışmada bu inkârcı sözleri işitince çok üzüldüm ve şaşırdım. 28 Şubat 1997 darbesinin 20. yılına yaklaşırken yeni bir 28 Şubatçılık yeni bir İslamofobik ideoloji, solculuk maskesi altında hortlatılıyor ve Türkiye için Gülenizm kadar büyük bir tehdit bu...
FETÖ ve 2014-16 dönemi
FETÖ’nün doğmasına zemin sağlayan askeri vesayet düzeneğini yukarıda anlattım ama şüphesiz ki benim de FETÖ konusunda çok hatalarım oldu. Askeri vesayet rejimini ortadan kaldırıyoruz heyecanıyla bu cemaatin nasıl bir suç örgütüne dönüştüğünü çok geç gördüm. Kör davrandım. Çok yanlışlar yaptım. Ama bu çeteyi gördüğüm andan itibaren de bu Fethullahçı çeteyle en önde savaşanlardan biri ben oldum ve bu gerçeği bana düşman isimler bile ifade ettiler. Hem ben hem Rasim bu çetenin hedefiydik. Hakkımızda sayısız iftira ürettiler. Rasim’i her hafta dizilerde hedef gösterdiler ve sahte seks kaseti kumpası bile kurdular. 17-25 Aralık kumpasına da MİT TIR’ları kumpasına da