Bazı gelenekleri yaşatmanın ne kadar önemli olduğunu yaş ilerledikçe daha iyi anlıyor insan. Eskiden burun kıvırdığım birçok şeyin üzerine artık düşünüyorum ve hepsinin olmasa da bir kısmının içindeki manayı görüyorum. Samimiyet varsa ve zamana adapte olmuşsa, anlamlı ve hayatı değerli kılıyor gelenekler. Bunlardan biri de "kız isteme". Kendimi bildim bileli çok rahatsız oldum bu laftan. "Alıp verme" sözlerinin kadınları edilgenleştirdiğini, eşyalaştırdığını düşündüm. Hâlâ aynı fikirdeyim. Ama bu geleneği ailelerin birbiriyle tanışması ve dünyalarını göstermesi olarak devam ettirebilince ortaya güzel bir şey çıkıyor. Bunu geçen cumartesi akşamı yaşadım. Hafta sonu İzmir'deydik. Rasim'in yeğeni, dünyalar güzeli Çisem, Ardan'la sözlendi. Evde, aile arası, çok güzel bir organizasyon yaptık. En büyüğün 86, en küçüğün 1.5 yaşında olduğu 25 kişilik çok neşeli, bol sohbetli bir geceydi. Çisem ve Ardan adeta birlikte büyüdüler. 25 yaşındalar ve neredeyse 10 yıldır birbirlerini tanıyorlar. Ama cumartesi ilk kez büyük dayılardan, amcalara kadar iki tarafın da aileleri bir araya geldiler. Ve günümüzde bu ritüelin işlevini kaybettiğini düşünen ben, içinde samimiyet olunca her şeyin güzel ve gerçek olduğuna ikna oldum. "Kahveniz nasıl olsun?" diye sorunca Ardan'ın annesinin "Benimki sade, Ardan'ınki tuzlu" demesine bayıldım mesela.