Dünya, seçim meydanlarında dile getirdiği radikal vaatleri daha da genişleterek müthiş bir hızla ve herkesin gözüne sokarak hayata geçirmeye başlayan ABD Başkanı Donald Trump’ı adeta ‘pause’ düğmesine basılmışçasına şaşkınca izliyor. Meksika duvarının inşası kararı, bu duvarı finanse etmek için ithal ürünlere ek vergiler koyma tartışması, suç ve suçlu tanımını çok genişleten yeni yaklaşım, cuma günü imzalanan kararnameyle Suriye, Irak, Libya, İran, Sudan, Somali ve Yemen’e bir ay süreyle Amerikan vizesini dondurma kararı ve mülteci üst kabul sayısının 110 binden 50 bine indirilmesi, suça karışan göçmenlerin afişe edilmesi meselesi…
Bu kadarını kimse tahmin edememişti. Trump’ın başkanlığından memnun olmayanların şiddet üretmeleri ya da sandığa saygı göstermemelerini son derece yanlış buluyorum. Öte yandan, yeni ve içinden çıkılması zor bir problem yumağıyla karşı karşıyayız. ABD’yi dünyanın en güçlü devleti ve çekim merkezi yapan çoğulculuk, ifade özgürlüğü, serbest ticaret, hareket özgürlüğü gibi kavramların yeniden sorgulandığı bir dönem...
11 Eylül Amerika’sının en dürüst hali
Ancak bu, hakikaten geçmiş dönemin tam tersi mi? Yani ABD, Trump başa geçene kadar çoğulculuğu, inanç ve ifade özgürlüğünü teminat altına alan bir ülke olmayı sürdürüyor muydu? Bence hayır! 11 Eylül’den beri ABD bu gün Trump’ın bünyesinde abartılarak gözümüze sokulmaya çalışılan ülkeydi zaten. İslamofobik, Müslümanları ‘sakıncalı öteki’ olarak gören, daha yumuşak yöntemlerle vatandaşları arasında ayrımcılık yapan ve dünyanın belli coğrafyalarını ‘olağan şüpheli’ olarak etiketleyen...