Türkiye'nin mevcut siyasal rejimine ve oluşturulan sosyal atmosferine ciddi itirazlar yönelten bir gazeteciyim. Kutuplaşmadan düşmanlaşmaya giden zehirli bir hat üstünde bulunuyoruz. İç politikada yaşanan gelişmeleri ve istikameti doğru bulmuyorum. Mevcut politik rejim derken medyasıyla ve partileriyle anaakım muhalefetin de bu rejimin çerçevesinin içinde olduğu asla unutulmamalı. Rejim belli tabu konularda muhalefeti anında kapsama altına alabiliyor. İktidar-muhalefet ayrımının o yüzden bugünkü Türkiye'de fazla bir önemi kalmamış durumda.
Anaakım muhalefet siyasetçileri ve 'aydın'ları kişi olarak Tayyip Erdoğan'ın muhalifi ancak mevcut siyasal rejimin muhalifi değiller. Elbette böyle olunca 15 Temmuz sonrası oluşmuş milliyetçi-muhafazakar-seküler ulusalcı-İslamcı koalisyonunun yönettiği rejimin başkanı olan Tayyip Erdoğan'ın da gerçek anlamda muhalifi olamıyorlar. Sabah akşam Erdoğan'a en sert lafları edenler de aynı kapsamda. Her şey 'görüntü'den ibaret.
The Guardian gazetesinden Rusya uzmanı gazeteci Andrew Roth geçenlerde dinlediğim analizinde Rusya'da sadece Putin'e şahsen sert hücumlar yapmakla görevli kimi troll yayın organları olduğunu, bunların Kremlin ve FSB tarafından kontrol altında tutulduğunu söyledi. Roth'un bu teşhisini duyunca tebessüm etmeden duramadım. Muhalif okurlarım acaba bu analizden hiç feyz almayı düşünmezler mi?
Öte yandan her ne kadar iç politikada yaşanan gelişmelere itiraz etsem de son dönemde dış politikada atılan adımları çok doğru buluyorum. İsrail Cumhurbaşkanı Yitzak Herzog'un Türkiye'ye ziyarete gelmesi ve İsrail ile kuvvetli bir normalleşme yolunun açılması Türkiye toplumunun tamamının menfaatleri açısından son derece faydalı. Bu ziyaretle beraber kalıcı bir yeni dönemin açılacağı kanaatindeyim. İsrail medyasında da hava çok olumlu.