İpek böcekleri gibi bir kozanın içine saklanıp hiç çıkmamak istiyor insan. Öyle puslu, kasvetli, depresif günler ki bu günler... Hayatın kontrolü tamamen elimizden çıktı, freni boşalmış bir kamyonun yokuş aşağı sürüklendiği gibi sürükleniyoruz sanki. Art arda patlayan bombalar, etrafa saçılan bedenler, kan, kurşun, vahşet... Ölüm olağan, yaşam istisna sanki...
Ancak bunca olumsuzluk varken, evet itiraf edelim korkarken
-insanız, endişeleniyoruz, korkuyoruz, bunda saklayacak, gizleyecek
bir şey yok- inanmaktan vazgeçmemek gerek. Bu ülkeye, bu insanlara
ve her şeyin yeniden çok daha iyi olacağına...
Ben eskiden böyle değildim. Ela ve Yasemin’den önce korkmazdım.
Şimdi dönüp geriye bakıyorum da- ne gözü karaymışım, Beyrut’ta
tepemde İsrail uçakları uçarken Dahia’ya girmiş, Irak savaşı
sürerken Saddam’ın cipleriyle Erbil’de dolaşmıştım. Meğer ne çok
endişelendirmişim annemi ve babamı...