SANKI aradan asırlar geçmiş, her şey eskide kalmış gibi görünüyor ama bundan sadece 18 sene önceydi. O utanç günleri dün gibi aklımda. Koskoca bir devlet, cumhurbaşkanıyla, başbakanıyla, Meclis’iyle, Genelkurmay’ıyla, medyasıyla gencecik bir kadını ve ailesini bir başörtüsü yüzünden “açık düşman” ilan etmiş, tüm gücüyle saldırmıştı. Merve Kavakçı’yı linç etmek, memlekette başka mesele yokmuş gibi onun vekilliğinin “rejimi” tehlikeye soktuğunu anlatmak 24 saat süren bir iş haline gelmişti. Ecevit’in kafamdaki ılımlı imajını silip süpüren hadiseydi. Meclis’te yıllarca kendilerini “beyefendi”, “hanımefendi” diye yutturanların sıradan faşizmin nasıl kolaylıkla parçası olabildiğinin, nasıl kabalaşabildiğinin kanıtıydı. Bu, rejimin ikiyüzlülüğünün, toplumdan kopukluğunun, inanç düşmanlığının, dayatmacılığının kristalize haliydi...
Üstelik Kavakçı’ya saldırmakla yetinmediler, küçücük iki çocuğunun peşine bugün “demokrat” geçinen medya adam taktı; o zavallı çocukları servislerine kadar kovaladı. Düşündükçe hâlâ ürperiyorum. Bu insanları kendi memleketlerinde yaşayamaz hale getirdiler. Yıllar sonra güler yüzü, nezaketi ve iyi eğitimiyle Cumhurbaşkanı’nın uçağında karşıma çıktı Merve Hanım’ın kızı Fatma... Onca tahrike rağmen ülkesini seven, pırıl pırıl bir genç kız olmuş...