İnsanlığın öldüğünü değil, galiba hiç doğmadığını anlattı bize
Kobani’den kaçıp Bodrum sahiline vuran Aylan’ın bedeni... Ortak
değer, vicdan, merhamet gibi kavramların kitlesel bir karşılığının
olmadığını anlattı.
Evet, hepimiz teker teker mahvolduk o fotoğrafa bakarak.
Sanki minicik çocuğun bedeni, yıllardır içeriğinden koparıp buz
gibi bir konu haline getirdiğimiz Suriye iç savaşının parçası
değilmiş, siyaset ölen binlerce çocuğun bedenini örtmemiş, ilk ölen
Aylan’mış gibi lanet ettik, hayret ettik, kendimizi temize çektik o
fotoğrafta...
Dünyaya kafa tutarak ama içten içe kafa tuttuğumuzun içinde
bulunduğumuz konfor ataleti olduğunu bilerek yatağımızda gözyaşı
döktük.
Ve evet, Batı kamuoyu ilk kez 4 yıldır ölenlerin gerçekten öldüğüne
ikna oldu. Herkesin gözü önünde 4 yıldır yaşanan vahşet ancak
minicik bir bedenin üzerinden ölüm pornografisi olarak kafalarımıza
dank edebildi.
Peki, dank etti de ne oldu? Bir şey değişecek mi? İki günlük duygu
dalgasının ötesinde Aylan’ın ölmesi neyi farklı kılacak?
Batı yönetimleri hâlâ aynı monolitik, korkak, içe dönük ve kendini
kandıran pozisyonundan bir milim hareket etmiş değil. Aylan’ın
cesediyle birlikte dünyanın gözüne sokulan bir utanç da
Macaristan’da trenden inmeyen Suriyeli göçmenler ve Macar
Başbakan’ının Hitler Almanya’sını aratmayan sözleriydi. Canlarını
kurtarmak için yollara dökülmüş çoluk çocuk binlerce kişinin
kendilerine yaşam aramasına yönelik olarak ‘Mülteci akını
Avrupa’nın Hıristiyan köklerini tehdit ediyor’ dedi faşist Macar
Başbakan Victor Urban.