Önceki akşam çantamı hazırlarken düşündüm…
Bugüne kadar yüzlerce seyahate çıktım ama hiç birinde yanıma alacakların listesini yaparken böyle hissetmemiştim. Bir yandan dünyanın adaletsizliğine ve çirkinliğine isyan, diğer yandan bu çirkin dünyaya tanıklık etmenin getirdiği suçluluk…
Elim hangi kazağa gitse, hangi çorabı katlasam içimdeki ses başlıyor: Nagehan hayatlarından ancak bir iki kazak bir iki çorap alarak meçhule giden binlerin, on binlerin yanına gidiyorsun. Evlerinden, vatanlarından bir anda kovulan çocukların, kadınların, anneannelerin, dedelerin günlerdir ekranda izlediğin görüntülerinin buz gibi canlısına değmeye hazır mısın?
Bilmiyorum. Hakikaten bu kadar dev boyutlu bir trajediye tanıklık etmeye ne kadar hazır olunur bilmiyorum. Dün akşam vardığımız Romanya-Ukrayna sınırında şimdi kameraman arkadaşım Özgür Balaban ile birlikte bizi Ukrayna’ya götürecek olan otobüsü bekliyoruz.
Siret sınır kapısını yayınlarda görmüşsünüzdür.
Dün geldiğimizde burada kar çiseliyordu, yerler vıcık vıcık çamur ve hava keskin bir kılıç kadar soğuktu.
UNUTMAYACAĞIM O MANZARA
O soğukta gördüğüm bir manzarayı hayatım boyunca unutmayacağım. En fazla 3 yaşında dünyalar güzeli bir oğlan çocuğu bir eli ile annesini tutmuş, diğer elinde ise küçük oyuncak ayısı. Ayı çamurlara bulanmış. Zaten çocuk öyle titriyor ki ayı sürekli elinden düşüyor. Her seferinde o minicik morarmış eli ile ayıyı tekrar alıyor birkaç adım sonra düşürüyor, bir kez daha alıyor…