Geçen yıl biterken, koskoca bir kar fırtınasının ortasındaydı İstanbul. Gökten gelen beyaz tanecikler hiç bitmiyor, her yer kalın bir örtünün altında adeta yaklaşan yıldan saklanmaya çalışıyordu. Şimdi dönüp bakıyorum da... Benim hikâyemde de çok sıkıntılı başlamıştı 2016. Ağır, zor bir yıl oldu . ‘Nasıl başlarsa öyle biter’ sözünü kanıtlamak istercesine...
Geçtiğimiz yıl tam bu gün (31 Aralık) Cumhurbaşkanımız ile
birlikte Suudi Arabistan seyahatinden dönmüştük. Hayatımdaki en
ilginç, manevi olarak en yoğun seyahatimdi. Seyahate Umre sürprizi
eklenmiş, üstelik Kabe, Cumhurbaşkanı için özel olarak açılmıştı.
İlk kez ayak bastığım kutsal topraklarda çok az kişiye nasip olanı
yaşadım. Kabe’nin içinde ellerimi göğe kaldırdım. Babamı
kaybettiğim günden 5 yıl sonra Allah’ın Evi’nde ona dua ettim.
Aynı seyahatte Hasan Karakaya’yı kaybettik. Bir saat önce birlikte
Mescid-i Nebevi’ye girdiğimiz arkadaşımız bir saat sonra hiç
beklenmedik bir şekilde uçup gitti. Hayat ve ölümün bu kadar iç içe
olduğunu ilk kez orada, Allah’a bu kadar yakın bir noktada
hissettim.
Sonra... O cenazenin ve bir gün önceki Kabe ziyaretinin yoğunluğu
ile diğerlerine hiç benzemeyen bir uçak seyahati yaptığımızı
hatırlıyorum. Ve Arabistan’ın kızgın sıcağından İstanbul’un kar
fırtınasına indiğimizi... Bizim kızlar, Rasim, annem, kardeşim hep
birlikte Antalya’ya gitmiş, ben 31 Aralık’ta onlara yetişmek için
indiğim havaalanında tam 7 saat beklemiştim. Yeni yıla bir türlü
kalkmak bilmeyen uçağın içinde girmiş, Ela ve Yasemin’e bir öpücük
dahi verememiştim.
Şimdi, tüm bunların üzerinden 1 yıl geçtikten sonra İstanbul’da
yine bir kar fırtınası bekleniyor. Sanki kış perisi bir yerlerde
saklanıp yılbaşını bekliyor. ‘Birbirinizi yiyip durdunuz, halbuki
yaşamın ta kendisi benim, doğayı unutmayın!’ diyor. Ya da ‘Haydi
artık sıkmayın canınızı kartopu oynayın, kestane pişirin, canınızı
sıkmayın’ demek istiyor...