Uzun yıllar koyu bir karanlıkta yaşadıktan sonra mumlarla aydınlığa ulaşmaya çalışırken bir anda keskin bir fara tutulmuş gibi dondu kaldı Türkiye. 15 gündür tam bir şizofreni hali yaşadık hep birlikte. 1915’in 100. yılı dolayısıyla meydana gelecek olası gelişmeler ya hesaplanmamış ya da yüz yüze gelindiğinde hesaplar bir anda şaştı. Yıllarca içinde yaşanan karanlık mağaralara bir girildi, bir çıkıldı. Ve dün Ali Bayramoğlu’nun da çok haklı bir şekilde sorduğu şu ikilem duraklarında kaldık: Öfke mi-saygı mı? Savunma mı- gerçek mi? Bir de ben ekleyeyim: Avunma mı-yüzleşme mi?
Avunmayı değil, yüzleşmeyi seçenler niyet okumayı bırakıp, 1915’te ne oldu sorusunu hakikati bulmak için sorarlar. Geçen sene 23 Nisan’da Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olarak yayınmladığı mesajda o arayışa açılan kapı vardı. Bu sene Başbakan Davutoğlu’nun Hrant Dink’i anma mesajında da öyle. Ancak Papa ile başlayan ‘soykırım’ yağmuru önce o kapıyı yeniden kapama refleksini getirdi.
Halbuki her açıklamaya reaksiyon göstermek, üstelik ağırlıklı olarak inkâr eden bir tutum içinde bunu yapmak, soykırımı tanıyan ülkelerden elçileri geri çekmek yerine soğukkanlılığımızı koruyarak 100. yıl ile yüzleşilemez miydi? ‘Size cevabı arşivler verecek, arşivlerimiz açık’ demekle yetinilemez miydi? Elçileri çekmek yerine o ülkelerdeki Ermenilere kardeşlik mesajı gönderilmekle kalınamaz mıydı? Ne zamana kadar ve nerelerden elçi çekilecek? Tüm dünya ‘soykırım’ dese Türkiye’nin bütün elçileri Ankara’ya mı çağırılacak?