Türkiye’deki İslami tecrübenin, gerek geçmişi, gerek geçmişle irtibatı ve gerekse bugünkü durumu, sadece bölgemizde değil, uluslararası zeminlerde de yakından takip ediliyor. İslam dünyasının farklı alanlarında demokratik zeminlerde şekillenen tecrübelerin akıbeti üzerine kafa yoranların, Türkiye’ye özel bir parantez açtığını söylemek de abartılı olmaz herhalde.
AK Parti’nin 7 Haziran seçimlerinde aldığı sonuç, aynı zamanda böyle bir hesaplaşmayla da doğrudan ilgili. Bunun farkında olmak, bize yeni mazeretler üretme fırsatı verecekse, konuyu hiç ele almamak daha iyi. Ancak bu bizim hikayemiz ve kimse kendi hikayesinden kaçamıyor.
Peki bu tartışmada neden bir yere varamıyoruz? Başka bir deyişle üzerimizdeki bu ilginin nedenleri ve hedefi üzerine niçin konuşmuyoruz? Demokratik zeminlerdeki İslami tecrübenin, demokratik olmayan yöntemlerle tasfiyesi üzerine yapılan hesapların/hamlelerin, küresel ölçekte nasıl karşılık bulduğuna niçin bakmıyoruz? En kötüsü, kendi hatalarımız ve zaaflarımız üzerinden bu hamlelere kapı araladığımızı niçin görmüyoruz?
Yaklaşık beş yıl önce yine bu köşede şunları yazmıştım:
‘...Üçüncü dönemini yaşayan AK Parti iktidarı, geçmişle kıyaslanırsa İslam dünyasından, oradaki siyasi akımlardan ve değişimlerinden bir hayli haberdar sayılır. Bu kuşkusuz önemli bir avantaj. Sözgelimi şu günlerde sıkça hatırladığımız Hama katliamı, AK Parti’yi yöneten kadronun gençlik döneminde hayli etki uyandıran hadiselerdendir.
Bir ülkeyi yöneten kadronun, o ülkenin değerleriyle barışık olması, dahası bu değerlerin var olduğu geniş bir coğrafyadan haberdar olması, ona başkalarıyla kıyaslanmayacak fırsatlar bahşeder. Suriye’de olaylar başlar, siz en azından orada iktidarın ideolojisinden, muhalefetin sosyolojik yapısından, gelecek tasavvurundan haberdarsanız, olayların önünde yürüme imkanına sahipsiniz demektir.