Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve beraberindeki heyet Washington’da. Birileri ne kadar önemsizleştirme gayretinde olursa olsun; birkaç gün boyunca kritik görüşmeler olacak. Satır aralarında karşılıklı mesajlar verilecek.
Bunları konuşmak için zamanımız olacak. Bugün dikkat çekmek istediğim başka bir konu var aslında. Belki bu tür ziyaretlere ve Türkiye’nin duruşuna bakış açımızı bir parça olsun değiştirebilir. Çünkü hala özellikle ABD ile olan ilişkilerde Türkiye’nin duruşunu anlamakta zorluk çekenler var. Çünkü hala geçmişin alışkanlıklarını sürdürenler, yaşadığı ülkenin gücünden ve ağırlığından habersiz olanlar var.
Bir kısmı biz kimiz, gücümüz ne ki küresel güçlerle masada pazarlık ediyoruz saplantısında. Bir kısmı ise başka bir karamsarlık içinde: ‘Bunlarla oturup konuşmanın anlamı yok.’
Oysa tüm bunları geride bırakmamızı sağlayan bir liderlik var Türkiye’nin önünde. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, gerek liderlik özellikleriyle, gerekse son 13 yılda aldığı büyük risklerle hepimize çok önemli bir şey öğretti: Özgüven.
Eskiler ‘nefs emniyeti’ diyordu. Ama bugün anlaşılır olmak için ‘özgüven’ diyoruz.
Nedir Erdoğan’ın bize öğrettiği, belki daha doğru bir ifadeyle hatırlattığı özgüven?
Kibir mi? İnsanlara ya da dünyaya tepeden bakmak mı? Her şeyin merkezine kendisini koymak mı? Kimseyi dinlememek, sözüne itibar etmemek mi? İçi boş hayaller üzerinden kitleleri peşinden sürüklemek mi?
Yoksa Tayyip Erdoğan bize, hak edilmiş, kazanılmış ve değerlerimizden beslenen bir özgüveni mi hatırlatıyor ve öğretiyor?
Elbette kazanılmış ve sonuna kadar hak edilmiş bir özgüveni temsil ediyor Erdoğan. Bunu öğretiyor. Çünkü üzerinde sahici olarak taşıyor. İzzetle kibir arasındaki farkı bilmeyenlerin anlayamayacağı bir hal bu.