Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyareti, önemli temaslarla devam ediyor. Erdoğan, ABD’ye gitmeden haftalar öncesinde başlatılan ‘Obama görüşmek istemiyor’ kampanyasına başından itibaren önem vermedim. Birkaç nedenle. Öncelikle iki lider arasında yakın tarihte G20 zirvesi başta olmak üzere kapsamlı görüşmeler gerçekleşti. İkincisi, ABD’deki seçim takvimi, hızla içe dönen bir program akışını zorunlu kılıyor. Ama hepsinden önemlisi özellikle son on yılda Türkiye, küresel ölçekte karşılık bulan etkinliği ile farklı bir duruş sergiliyor. Bu ağırlık ve etkinliği, kritik görüşmelerin dakikalarıyla ölçtüğümüz günler çok ama çok gerilerde kaldı. Türkiye’nin gücü, özellikle terör başta olmak üzere boğuştuğu sorunlarla inişli çıkışlı bir seyir izlese de; çoktan bölge gücü olmanın ötesine geçmiş durumda. DAEŞ örneğinde gördüğümüz manzara çok açık. Bir yandan kendi yarattığı canavardan korkan, diğer yandan ondan zarar görünce sorumluluğu başkasına yükleme eğiliminde olan güçler, kelimenin tam anlamıyla yolun sonuna gelmiş durumdalar. Ya Türkiye’nin, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilen terörün yeniden tanımlanması başta olmak üzere, yeni mücadele önerilerine adım adım gelecekler. Ya da kendilerini ve ülkelerini ‘Bunları hep Türkiye yapıyor, Erdoğan örgütlüyor’ diye kandırmaya devam edecekler. Coğrafyamızı merkeze alarak yeni bir düzen kurma peşinde olan güçler, gayet iyi biliyor ki yeni çatışma alanları olmadan bunu başarmaları mümkün değil. Bunun için de kendilerine kuklalar ve tetikçiler lazım. Çünkü Batı bundan başka bir dil, çatışmadan başka bir yöntem bilmiyor. Kendi tarihi böyle, hayata bakışı böyle. Dünyayı kavrayışı böyle. Neredeyse tüm iç dengelerini büyük iç savaşların ardından kuran Batı’nın; şimdi yeni bir düzen kurmak için kanlı araçlar kullanması şaşırtıcı değil.