Şimdiki başkent Tokyo, ondan önceki başkent Kyoto, ondan da önceki başkent Nara. Eşsiz bir tarih sürecinin bütün başkentlerini gördük. Dünyanın en büyük balık pazarı. Dünyanın en kalabalık caddesi. İmparator sarayları, feodal bey konakları, Şogun (ordu komutanı) bahçeleri ve Samuray kılıçları, Zen tapınakları, Şinto ve Budist mabetlerini gezdik. Fuji Dağı yamaçlarına teleferikle çıktık. Yeşile, ormana, tabiata Allah’a gösterilen saygı ve hürmetle sahip çıkıyorlar. Doğanın seçilmiş güzellikleri hakkında konuşup yazmaktan büyük zevk alıyorlar. Yekpare granitten dağlar üzerinde yeşil orman örtüsü içinde 1000 yaşında, 800 yaşında ve yeni dikilmiş 1 yaşında akçaağaç ormanlarıyla kaplı en uçtaki adaya (Yakushima) kadar gittik. Bu ülke zaten 4 bin adadan oluşmuş, Pasifik Okyanusu’nda takımadalar ormanı. Sönmüş yanardağ eteklerinde deniz kıyısında kayalar içinde oyulmuş şifalı su halk hamamlarına girdik. Kadın, erkek, çocuklar bütün aile, bütün mahalle birlikte. Belediye işletiyor. Herkese açık ve İstanbul’da 3 simit parasına. Kimse kimsenin vücuduyla ilgilenmiyor. Soran, sorgulayan, bilet kesen yok. Girişte 100 Yen’i kutuya atıyorsun. Şehirden şehre mermi hızıyla giden trenlere bindik.
Bir saniye şaşmıyor.
Tam vaktinde geliş.
Saniyesinde kalkış.
* * *
Bugünün en ileri teknolojik altyapısına sahip metro istasyonunda çizgi önünde treni bekliyorsun. Sonra gelen senin arkanda duruyor. Ondan sonra gelen onun arkasında. Tokyo’da dünyanın en kalabalık iki istasyonu Shibuya ve Shinjuku’da vagonlar ağzına kadar doluyor, binemeyenler bekliyorlar. Omuz atma, dirsek dürtme, öne yekinip binmeye çalışma yok. Görevliyi bekliyorlar. Metro görevlisi gelip binemeyenleri arkadan içeriye itiyor. Böylece, kendileri bencillik yapmamış oluyorlar.
Bencilliği öldür.
Fakat Japon kal.
“Biz farklıyız” ruhunu sahiplenmişler. 3 maymunu terse çevirmişler:
BİR: Kötülük duyma.
İKİ: Kötülük konuşma.
ÜÇ: Kötülük görme.
Japon!
Dünyanın en gururlu insanı.
Ve en alçak gönüllü insanı.
Tüm Asya’da “aklın sınırını aşan hiçbir değeri kabul etmeyen tek insanı” Japonlar olmuş ve alçak gönüllüğü sanat ve erdem tahtına oturtmuşlar ve “kimse toplumun yüzkarası olmasın” ilkesini temel ahlak felsefesi yapmışlar.
Bunu nasıl başardılar?
İlk eski dinleri Şinto’ya başka dinlerden iyi olan ne varsa almışlar. Şinto’ya Buda, Zen, Konfüçyüs, İsa’nın, Karl Marks’ın (evet tarihte 21 Marksist aydın ve yazarı işkence edip kurşuna dizmelerine rağmen) düşünce, inanç ve değerleri aşılanmış.
Yerli din ve düşünce tez.
Yabancı düşünce anti- tez.
Yerli düşüncenin güdümünde olan tez, yabancı düşüncenin güdümünde olan anti-tez ile çatışmaya girer ve yabancı düşüncenin iyi yanı yerlileşir, millileşir, Japonlaşır. Dinlerine öbür dinlerden din aşısı, Anayasalarına da Batı’nın yüksek demokratik değerlerinden değer aşısı yaparak üç hazine bulmuşlar.
BİR: Bencil olma.
İKİ: Başa (tek adamlığa) oynama.
ÜÇ: İşini şerefin say.
Başlangıçta düşmana esir düşmemek için yapılan harakiri şimdi “işini iyi yapamayanların” gururlarını kurtarmak için başvurdukları “temizlenme yolu” sayılıyor. İş ahlakı, bütün ahlakların üstünde.
İşini kusursuz yap.
Kazandığının çoğunu biriktir.
Bunun ödülü ülkene gelsin.
İşte Japonya bu!