İsim yapmış. Seçilmiş. Sevilmiş. Partisince desteklenmiş.
Seçimle gelmiş. Seçimle gitmiş. Bu cümleler yan yana dizilince
aklıma hep Bülent Ecevit gelir. Gazeteciydi. Parti
yazarı oldu. Parti genel sekreteri oldu. Milletvekili oldu. Parti
genel başkanı oldu. Bakan oldu. Başbakan yardımcısı oldu. Başbakan
oldu.
Zengin olamadı.
Aksine, annesinden kalma tabloları sattı, babasından kalma evi
elinden çıkarmak zorunda kaldı. Ölçü budur. Ecevit ölçüsü! Siyasete
atılmak, seçilmek, kişiyi para-mal-mülk-tapu-arsa zengini
yapabilseydi, rahmetli Bülent Ecevit’in de nasibine hiç değilse bir
damla düşerdi. Öldüğünde “banka hesaplarında milyarları ve
oda dolusu tapuları olan kişi” diye tarihe geçilirdi.
Belediye başkanı seçilin.
Bakan, başbakan olun. Halk sizi sevsin, beğensin, sizden iyisini
bulamayıp bir kez daha, bir kez daha seçsin… Belediye
başkanlığından milletvekilliğine, milletvekilliğinden başbakanlığa
geçin. Maaş belli, ülkenin genel hayat pahalılığı (enflasyon) da
ortada olduğundan “siyasetin aylık maaşı, sizi mal
mülk-tapu-arsa-villa sahibi ve bankada para biriktirme
adamı” yapmaz, yapamaz.
* * *
Seçimle gelip “emirle” giden belediye
başkanlarının son durumlarını “Ecevit ölçüsüne”
göre değerlendirip geride; “helal olsun adamlar kendileri
için değil kentleri için çalışmışlar” diyebileceğimiz bir
hoş seda göremedik.
İstanbul Belediye Başkanı.
Ankara Belediye Başkanı.
Ve diğerleri için “Hırsızlık yapmadılar, yolsuzluk
yapmadılar, yemediler, yedirmediler, kentler için çok
çalıştılar” denildi. O zaman neden gittiler?
Geldiklerinde mal varlıkları neydi, giderken ne oldu?
Karşılaştırmalı bir bilanço açıklamadan “emir demiri
keser” diye boyun büküp gittiler.