Özetleyerek yazayım:
Bir gün efendiye armağan olarak kavun getirmişlerdi. Efendi kölelerden birin e “Git oğlum, Lokman’ı çağır” dedi.
★★★
Lokman gelince kavundan bir dilim kesti, ona verdi. Lokman, o dilimi bal gibi, şeker gibi yedi. Öyle hoşlanarak, öyle zevkle yedi ki; efendisi ona ikinci dilimi de verdi. Böylece dilimler on yediyi buldu. Bir tek dilim kalınca “Bunu da ben yiyeyim de ne kadar tatlı kavun olduğunu anlayım, göreyim” dedi.
★★★
Lokman öyle hoşlanarak öyle zevkle yemişti ki, onu görenlerin de iştahları kabarıyor, karınları acıkıyordu. Efendisi o son dilimi yer yemez, kavunun acılığından ağzını bir ateş kapladı. Dili uçukladı, boğazı yandı. Acılığından kendinden geçti. Ondan sonra Lokman’a; “Ey benim canım. Ey benim cihanım!” dedi. Böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı tatlı yedin? Böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın? Bu ne sabırdır? Ne yüzden bu acılara katladın? Buna sabrettin? Yoksa sen tatlı canına düşman mısın? Neden bir şey söylemedin? Neden, ‘Beni mazur görün, şimdi yiyemem’ demedin?