25 milletvekili, Meclis Başkanlığı'na bir önerge verdiler, bir
soruya açıklama istediler. Başbakan ile bakan, araştırma
önergesiyle “cevabı aranan soruyu” yok sayabilir.
6 ay geçer.
Unutulur gider.
Unutulmasın.
Milletvekilleri şu soruyu sordular: Mezun olmalarına bir hafta kala
sınava alınan bazı polis adaylarına “Hadi… Denizli horozu gibi öt…”
mülakatı yapıldı mı?
Polislik!
Hak bekçiliği.
Suçluyu yakalama.
Suçsuzu koruma.
Hukuku kirletenle savaş.
Adaleti bozana kelepçe.
Polislik mesleğinin olması gereken bu temel arayışları ile “Denizli
horozu gibi ötmenin” ne ilgisi, bağlantısı var? Milletvekilleri
işte bu sorunun cevabını Başbakan'dan bekliyorlar ama “Ötüşün
Denizli horozu gibi olsun…” mülakatı yapılarak “ötemeyen”
polis adayı elenmiş.
Polis olamamış.
Polis olanlar da postalları altında profesör, doçent cübbesi
çiğniyor. Geçen hafta cuma günü 330 profesör ve doçentin
üniversiteden atılmasını protesto etmek için Ankara Üniversitesi
kapısı önünde bir toplantı oldu.
Bir taşkınlık yok.
Polise taş atılmadı.
Bağırma, çağırma, huzuru bozma, çevreyi korkutma, hayatı aksatma
olmadı. Sadece 330 profesör ve doçentin haksız, hukuksuz olarak
üniversiteden atıldığını düşünenler cübbelerini kaldırıma
serdiler.
* * *
Cübbeyi kaldırıma yayarak; cumhurbaşkanına, başbakana, YÖK'e,
iktidara seslendiler:
Özgür düşünceyi.
Özgür eleştiriyi.
Özgür ifadeyi.
Özgür vicdanı.
Özgür aklı.
Ayaklar altına aldınız.
Üniversite profesörü, doçenti, öğrencisi bu değerleri temsil eder.
Bu değerlerin, darbeci faşist dönemlerde yapıldığı gibi ayaklar
altına alındığını vurgulamak istediler. OHAL'e dayalı olarak
çıkartılan KHK ile “15 Temmuz darbe girişiminde bulunmuş
teröristler için oluşturulmuş torba düzenlemenin” içine 330
akademisyenin isminin de konulmasının doğru olmadığını haykırmış
oldular. Polisler, ellerinde biber gazı, plastik mermi, gözlerinde
büyük bir hınç, öfke ile hücum ettiler. Kaldırıma protesto olsun
diye serili profesör, doçent cübbelerini postallarıyla
çiğnediler.
Polislerin amirleri var.
Amirin de amiri…
Bakan'a kadar gider…