Sen enişteme, dünürüme, kardeşime, oğluma “MAN Adası” şirketini
sorarak beni vurmaya kalkarsan ben de sana “imar
rantından peydahlanan” haksız kazanç üzerinden ateş
ederim.
Suçlayan mı haklı?
Suçlanan mı dürüst?
İki taraf da savcılık oldu.
Kapkara bir tablo oluştu.
İki taraf da birbirine “haysiyet cellatlığı
yapmak” üzerinden ateş ediyor. Çok açık; bu kara tablonun
altında “siyaseti zenginleşme aracı yapmak”
yatıyor. Cumhurbaşkanı ya da muhalefet partisi başkanı, Başbakan ya
da bir belediye başkanı, bakan ya da milletvekili yakınları kısa
zamanda zengin olabiliyorsa; bakıyorsunuz kökünde “imar
rantı- şehir arsası rantı” var.
Adı halk seçti oluyor.
Çürüme burada başlıyor.
Ne yapmalı?
Öyle bir model bulmalı ki, “şehrin neresine imar
verileceği, kaç kat verileceği, metro hattının nereden geçeceği,
nerenin yeşil alan kalacağı, nerenin ticarete açılacağı”
yetkisi politikacıdan alınmalı. İmar yetkisi, onu zenginleşme aracı
yapmayacak bir “kente ihanet etmeyecekler heyetine” verilmeli. * *
* Böyle bir model var.
Uygulanıyor.
Şehir betonlaşmıyor.
Tarihi zedelenmiyor.
Politikacısı yozlaşmıyor.
Şehir halkı mutlu.
Eğer yolunuz düşerse Fransa’nın Beçanson adlı kentine bir uğrayın.
Bu kentte; Nükhet Montrichart adında bir
Türk hanım yaşar. Kendisi Osmanlı’nın borçlarını yönetsin diye
kurulmuş Duyun-u Umumiye yöneticilerinden Zekai Bey’in kızıdır.
Fransa’ya gelin gitmiş. Bu şehir nasıl oldu da “imar
rantına kurban edilmeden” imrenerek bakılan, evi ev, okulu
okul, şatosu şato, ormanı orman, nehri nehir, caddesi cadde, parkı
park olarak kaldı diye Nükhet Hanım’a sorun.
Formülü söyleyecektir.
Bu şehirde 500 yıldan beri imar müdürlüğü Belediye’nin bünyesinden
çekilip alınmıştır. Belediye başkanı, “şehrin neresinde yeni
imar alanı açılacağına, nereye kaç kat veril...