Ben onu 1974 yılında muhabirliğe başladığım zaman tanıdım. Uzun
boylu, inceydi. Omuzlarına değecek uzun aslan yelesi stilinde
kestirilmiş saçları vardı. Gazetenin kapısından “Aslan
gibi…” mağrur girerdi.
Gözler ona dönerdi.
Doğrudan ya Genel Yayın Müdürü Necati
Zincirkıran’ın odasına ya da Yazı İşleri
Müdürü Rahmi Turan’ın editörler masasına
giderdi.
Anlardık.
Haberi koparmıştır.
“Kapıdan kovsalar, bacadan girer haberi mutlaka bulur,
getirir” diye ün yapmıştı. Ona göre bir gazete
haberinin gazeteye girebilecek çapta olabilmesi için 3 şeyin
eksiksiz bir araya getirilmesi gerekirdi.
Bir: Gizlenen olay.
İki: Olayı yapan kişi.
Üç: Fotoğraf.
Olayın kişisi bulunmalıydı ve fotoğrafı mutlaka çekilmeliydi.
Bu, o yıllarda Günaydın Gazetesi’nin sahibi
Haldun Simavi’nin öğrettiği ve istediği
üçlüydü. Ertuğrul Akbay, muhabirler
içinde Haldun Simavi’nin en iyi öğrencisiydi.
Gizlenen olaya o ulaşır, olayın gizlenen kahramanı kişiyi bulur ve
fotoğrafını yine kendi çekerdi. ★★★ Ertuğrul
Akbay’ı kaybettik.
Genç kalarak yaşamayı çok sevdiği hayata pencerelerini kapadı. Oysa
uzun yaşayan Kafkas insanları ile yaptığı röportajlardan filtre
ederek yazdığı kitabının başlığına göre daha önünde 70 yıllık bir
hayat vardı. Yorulmayı, yaşlanmayı ve hastalanmayı kendine hiç
yakıştırmazdı.
Sıkı çalışma.
Sıkı disiplin.
Sıkı motivasyon.
Bir sporcunun kasları nasıl sıkı çalışarak hem gelişip hem hep
genç, dayanıklı ve güçlü kalıyorsa; bu herkes için geçerliydi.
Herkesin sporcu olması gerekmiyordu ama bir sporcunun temel
aldığı “disiplin- çalışma-
motivasyon” ile herkes
hayatını “doktora- ilaca- hastaneye
ihtiyaç” duymadan uzun yıllar genç kalarak
taşıyabilirdi.
Buna inanıyordu.
Bu inançla en ölümcül hastalığı bile h...