Vergi alacaklarının hiç tahakkuk ettirilmemesi ya da geç tahakkuk ettirilmesi nedeniyle ortaya çıkan paranın zaman maliyetini telafi etmek amacıyla, Vergi Usul Kanunu’na 1985 yılında “gecikme faizi “müessesesi eklenmiştir. Vergi idaresinin kendi alacaklarının geç tahakkuk ettirilmesi nedeniyle yaptığı faiz alınmasına ilişkin düzenlemeden tam 13 yıl sonra, 1999 yılında mükelleflere iade edilmesi gereken vergilere faiz ödenmesini ilişkin düzenleme Vergi Usul Kanunu’nun 112. maddesine eklenmiştir. Ancak bu düzenleme tam anlamıyla bir gecikme faiz müessesesi olmayıp, iadenin aşırı gecikmesi halinde gecikmeden dolayı daha düşük oranlı tecil faizi oranında bir ödeme öngörülmüştür. Yapılan bu düzenleme “ihtirazi kayıtla” beyanname verilip açılan dava sonucunda, davanın kazanılması halinde, yargı kararı uyarınca iadesi gereken vergilerde uygulanamıyordu. Sadece mahkeme kararının tebliğinden sonra ödeme yapılmaması durumunda uygulanabiliyordu. Bu durum mükellef aleyhine dengeyi bozuyor ve adalet duygusunu zedeliyordu. Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu, 2007 yılında, yargı kararları uyarınca iadede mükellefe faiz verilemeyeceğine hükmetmişti.
DEVRİMİ BAŞLATACAK VERGİ MAHKEMESİ KARARI
Davacı şirket, 2018 yılına ilişkin kurumlar vergisi beyannamesini Nisan 2019’da “ihtirazi kayıtla“ vermiştir. Kurumlar vergisi beyannamesinde, Bakanlar Kurulu Kararı ekindeki kararda kurumlar vergisi matrahından yapılacak indirime ilişkin olarak kıst dönem uygulanıp uygulanmayacağının belli olmaması ve vergi dairesi ile sorun yaşamamak için Ar-Ge harcamasının bir bölümünü kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate almış, Ar-Ge indirimine konu edilmeyen kısma isabet eden tutarın, yasal faizi ile red ve iadesi amacıyla dava açmıştır.
Vergi Mahkemesi mükellefin ihtirazi kayıtla beyanname vermesinin usule uygun olduğuna ve Ar-Ge harcamaları hakkında mevzuat hükümlerinde özel bir dönem gösterilmediği için kıst hesap döneminin dikkate alınarak işlem yapılmaması gerektiği sonucuna ulaşmıştır.
Vergi Mahkemesi: “Devlet alacaklı sıfatı ile vergi borcunun ödenmesi hususunda mükellefe emir verirken, emirlerine uymayan mükellef hakkında da, hükümranlık yetkisine dayanarak öngördüğü; gerek idari, gerekse kişi hürriyetine yönelik cezalar uygulama kudretine sahip olması nedeniyle, vergi ilişkisinin kamu hukuku alanına dahil olduğu tartışmasızdır. Bu bakımdan; kanundan doğan ve kamu hukuku alanında cereyan eden vergi ilişkisinde, sözleşmeden doğan özel borç ilişkilerinde kanuni faizi düzenleyen 3095 Sayılı Kanunun uygulama olanağı bulunmamaktadır.
Vergi ilişkisinde taraflar eşit statüde değildir. Bu eşitsizliğin kişi hürriyetleri, özellikle mülkiyet hakkı üzerinde aleyhe sonuç doğurması ihtimaline karşı geliştirilen verginin yasallığı ilkesi, bireyi bu eşitsiz ilişkide devlete karşı koruma amacı gitmektedir. Pozitif Vergi Hukukumuzda Devlet, mükellef tarafından dava konusu yapılan vergilerin ödeme yapılmamış kısmına, kendi vergi kanunlarında belirtilen ve tarhiyatın ilgili bulunduğu döneme ilişkin normal vade tarihinden itibaren, yargı organı kararının tebliğ tarihine kadar geçen süre için 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna göre tespit edilen gecikme zammı oranında gecikme faizi hesaplamak suretiyle, bu surette uğradığı ekonomik kaybı telafi etme amacı taşırken, aynı ilişkinin diğer tarafı olan mükellefin davayı kazanması durumunda, aynı yasada herhangi bir düzenleme öngörmemek suretiyle, vergi hukukunun temel işlevi olarak devlet ile birey arasında kurulmaya çalışılan çıkarlar dengesini birey aleyhine bozmaktadır. Bu nedenle devletle bireyin çıkarları arasındaki adil dengenin; mükellefe iade edilecek vergilere de, devletin kendi alacaklarına uyguladığı gecikme faizi oranının esas alınması suretiyle kurulması gerekir ki, bu aynı zamanda hukuk devletinde adil dengenin sağlanması için zorunludur.