“… küçük ve sarı renkli olup sülüğü andırır ve büyük olasılıkla evrendeki en garip şeydir. Taşıyıcısından değil, onun çevresindekilerden aldığı beyin dalgası enerjisiyle beslenir. Besinini sağlamak için bu beyin dalgası enerjisindeki bütün bilinçalti zihinsel frekansları emer. Sonra taşıyıcısının zihnine, bilinçli düşünce frekanslarıyla, beynin onları üreten konuşma merkezlerinden alınan sinir sinyallerinin karışımından oluşan telepatik bir matriks atar.
Bütün bunların pratik sonucu şudur : Kulağınıza bir Babil Balığı soktuğunuzda herhangi bir dilde söylenen her şeyi anında anlarsınız. Aslında duyduğunuz konuşma sablonları, Babil Balığınız tarafından beyninize aktarılan beyin-dalgası matriksini çözümler.”
Keşke böyle bir yaratık gerçek olsaydı ama değil.
Yukarıdaki alıntı bilim kurgu yazarı Douglas Adams’ın “Otostopçunun galaksi rehberi adlı romanı için bulduğu kurmaca bir yaratık.
Bu balık o kadar sevildi ki, bazı çeviri programları bu adla piyasaya sürüldü. Hatta başka adla isimlendirilse bile, insanlar o programlara ‘Babil Balığı’ dedi (2017’de çıkan Pixel Buds gibi).
Sevildi çünkü, insanlık tarihi birbirini anlamamaktan ileri gelen çatışmalarla dolu. Anlamayı ve gerçek bir iletişimi engelleyen şey de üstelik, literal anlamda dil -language- farkından ibaret değil.
Siyaset, tarih, geçmişin yükü, eşyaya bakış farkı derken bazen duvarlar örer, iletişimi imkansız hale getiririz. Her halukarda, "Birbirimizi anlasaydık, savaşmaktan ziyade konuşmayı, çatışmak yerine anlaşmanın yollarını aramayı tercih ederdik" hüsnüzannı hala -ve çok şükür ki- makbul bir hayaldir.
Türkiye’nin siyaset sahasında da böyle, Babil Balığı işlevi gören önemli kritik olaylar ve kişiler oldu. Beyinlere telepatik matriks atarak tarafların biribiriyle konuşabilmesini, empati yapabilmesini, yaklaşmasını sağlayan kişiler, olaylar.