“Hepsi küresel sistemin oyunu”, “Türkiye’nin güçlenmesini ve bağımsızlığını istemiyorlar”, “Ne çok vatan haini varmış memlekette”...
2013’ten beri bu cümleleri kuruyoruz. Bu cümlelerle var oluyor, ulusal acılarımıza küresel ufuklar temin ediyoruz. 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra haklı olarak bu kalıplara, “Türkiye’nin bir beka meselesi var” eklendi.
Doğruya doğru, Türkiye 2013 Reyhanlı patlamasıyla start alan bir süreçte çok ağır saldırılara maruz kaldı. Sandık önce sokak hareketinin, sonra emniyet-yargı işbirliğiyle sahnelenen “paralel devlet” operasyonunun, PKK, DHKP-C ve IŞİD terörünün, derken 15 Temmuz’da FETÖ’cü cuntanın darbe girişimiyle ipotek altına alınmak istendi. Motivasyon “içerden” olsa bile, bunca girişimin tamamen yerli, tamamen iç dinamiklerle koordine edilemeyeceği ortadaydı.
SEVİNÇLE KARŞILANDI
Millet, ağırlıklı olarak AK Parti tabanı, oy verdikleri yöneticilerinin sokak hareketi, terör örgütlerinin yıldırmaları ve FETÖ darbesiyle filan değil “adil seçimlerle” belirlendiği bir nizamı savunmak için iradesini dirence dönüştürdü. Bir günde olmadı bu. Ama bagajında başka şeyler de geldi: “Demokrasi”, “insan hakları”, “hukuk devleti”, “basın özgürlüğü”, “kuvvetler ayrılığı” gibi son derece hayati olan; fakat demokrasi dışı güçlerin operasyonlarını yasal göstermek için araçsallaştırdığı kavramlara karşı -neredeyse- nahoş bir bakış oluştu.