Diyanet İşleri Başkanlığı’na sorulmuş: “Nişanlıların rahat görüşebilmek için nikâh kıymaları uygun mudur?” Kuruma bağlı “Din İşleri Yüksek Kurulu Dini Bilgilendirme Platformu” da yanıtlamış: “Evlenmeyi diğer akitlerden ayıran özelliklerden biri, bu akitten önce genellikle bir nişanlanma döneminin geçirilmesidir. Bu dönemde nişanlıların mahremiyet ölçülerini gözetmek kaydıyla birbirlerini daha yakından tanımak amacıyla görüşüp konuşmalarında bir sakınca yoktur. Fakat nişanlıların flört etmeleri, dost hayatı yaşamaları, dedikoduya mahal verecek şekilde baş başa kalmaları, el ele tutuşmaları ve benzeri İslam’ın onaylamadığı davranışlardan uzak durmaları gerekir. (Tirmizi, Fiten 7; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 310,311, no: 176).
Türkiye günlerdir bu cevapla uğraştı. “Diyanet 21. yüzyılda nasıl böyle bir cevap verir” dediler, öfkelendiler, şaşırdılar. Ben de bu şaşkınlığa şaşırdım.
Çünkü Bilgilendirme Platformu’nun verdiği cevap Kuran’la orantılı. Kadına ve erkeğe gözünü dahi haramdan sakınmasını emreden bir kutsal kitabın, nikâh öncesi temasa sınırlama getirdiğini bilmeyen var mıydı? Bilmeyen de, doğrusunu nereden öğrenecekti?
Diyanet tam da bu iş için vardı.
Beğenirsiniz, beğenmezsiniz; uygularsınız, uygulamazsınız ama ayetle sabit olan, hadislerle perçinlenmiş olan bir konudaki hükümlerin geçerliliği bizim paşa keyfimize bağlı değildir.
Siyasetçiyi, yöneticiyi dini verileri telaffuz etme bağlamında sınırlayan etkenler din adamını bağlamaz. Din adamı Kuran ve sünnette varsa “var”, yoksa “yok” demek zorundadır.
Siyasetçinin, yöneticinin farklı inançlarda, farklı dünya görüşüne mensup kalabalıkları, kitleleri yönetme ve bunu yaparken çeşitli yaşam tarzlarına sahip kimselerin birbirleriyle doğru bir toplumsallaşma içinde olmalarını sağlama gibi bir yükümlülüğü vardır. Din adamının yükümlülüğü ise hakikate halel getirmemek, Kuran’dan insana verileni dosdoğru aktarmaktır.
Dini alanda bilgi paylaşımı yapmak, din adamlarının görev tanımıdır. Görevini yapanı, görevini yaptı diye topa tutmak anlaşılabilir bir tutum değil. Hele laik bir devlette hiç anlaşılabilir değil.
Çünkü içinize sinmeyen, gücünüzü aşan ve yerine getirmediğiniz emir ve yasaklar konusunda bir cezai yaptırım yok, bir baskı mekanizması yok. Dolayısıyla “Hâlâ bu kafa!” ya da “21. yüzyılda olur mu böyle şey?” diye söylenmenin de âlemi yok. Din dediğimiz şey, inancın alanı; konuşa konuşa, tartışa tartışa değiştirilebilen, keyfimize, gönlümüze, bunalımlarımıza, çocukluk hikâyemize göre çekip sündürebildiğimiz bir şey olsaydı, adına din demezdik.“Sanat” derdik.
Velhasılı bugün konuyu daha da açmayı, dine restoran mönüsünden seçip verdiğimiz siparişi kusursuz biçimde servis etmesi gereken garson muamelesi yapamayacağımızı uzun uzun anlatmayı planlamıştım.