Yıllardan beri ilk kez bu ramazan ayında ramazanı karşılama yazısı yazamadım. En hüzünlü, en içe kapanık, en antisosyal, en neşesiz, en zor ramazanımı geçirdim. Orucu tutmak yerine, kendimi oruca taşıttım. Ramazanın neşesi, iftar sofralarında biriken bolluğu ve bereketi ya uğramadı, ya geldiğinde beni bulamadı.
Daha bir-iki yıl önce beraber iftar yaptığımız, her ramazan birkaç kez bir araya geldiğimiz insanları hatırladım. En iyisi uzak bir akraba kadar ışıltısız hale gelmiş, karanlık çukurlara dönüşmüş kimi; yanından geçerken içine düşmüyorsanız var olduklarını bile hatırlamıyorsunuz. Kimini uzaklaştırmışım, kimi kendi gitmiş.
Son üç yılın kopuş gerekçeleri ise hep siyasi-politik ayrışmalar olmuş. Ramazana bile direnebilen kalın buz duvarlar örülmüş. Yine de bilinir ki hatırı sayılır bir politik ayrım, vicdani duruş üzerinden ayrışmanın bir asaleti, hatta tadı vardır, ama buna bir de mücadele adamı sanıp da jelibon çıktığını gördüğümüz anda silkelememiz gerekenler eklenmiş.
Mısır’a, Suriye’ye, Myanmar’a hiç ama hiç ağlamadığını, sadece sahibinin bakacağı yerde ağlama taklidi yaptığını anladıklarımız. Kendi küçük hayatıyla ilgili bir menfaat kabarcığını teminat altına alabilmek için, tutunduğu gücün insani endişe ve zaaflarını sömürmekten; göze girmek için göz oymaktan çekinmeyenler.