‘Yeni Ekonomik Program’ kapsamında maliyetleri düşürmek ve gelirleri artırmak için kurulması öngörülen Kamu Maliyesi Dönüşüm ve Değişim Ofisi'nin çalışmaları için dünyanın önde gelen danışmanlık firması McKinsey ile anlaşma sağlanması tartışmaların odağına oturmuş, Meral Akşener’den Kemal Kılıçdaroğlu’na; ekonomi yazarı Uğur Gürses’ten, muhafazakar dindar mahallenin ağabeylerinden biri olarak kabul edilen Abdurrahman Dilipak’a kadar birçok kişi söz konusu ilişkiye olumsuz yaklaşmıştı. Kritik nokta, az önce de hatırlattığım gibi, itirazların sadece muhalefet cephesinden gelmemesi, AK Parti tabanının da kafasının karışmış olmasıydı. Düyunu Umumiye yakıştırmalarından, mandacılığa varana dek her negatif itham sıralandı. Buna rağmen korku dağları bekler fazında yaşayan kişiler dahi, konu aleyhinde sosyal medya paylaşımı yapmaktan geri durmadı.
Derken, cumartesi günü öğlen sularında başka bir şey oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerek gördüğünde diskur ve tavır değiştirmekten çekinmediğini bir kez daha gösterdi. McKinsey meselesini ‘bitirirken’ aynen şunları söyledi: “Geçen bütün bakan arkadaşlarıma söyledim, bunlardan fikri danışmanlık hizmeti de almayacaksınız dedim. Hiç gerek yok, biz bize yeteriz.”
Doğruya doğru, McKinsey’den AB’ye ilk başvuru sürecinde, bankacılık ve özelleştirme alanında, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) bünyesindeki 8 bankanın satış stratejileri için; ayrıca TRT'nin yeniden yapılandırılması konusunda, daha önce de defalarca hizmet alımı yapıldı.
Ama bu seferki farklıydı, ilk ilan ediliş anından itibaren bu kez kapsamın çok geniş olduğu hemen herkesin gözüne çarptı. FETÖ ve PKK ile mücadelenin gerçekleştiği, ülkeyi korumanın sadece fiziksel sınırları korumaktan ibaret olmadığının bilindiği, ‘devlet sırları’nın, devlet verilerinin güvenliği konusunun da ‘muhafaza’ya dahil olduğunun görüldüğü bir dönemde, ‘yapılandırma’ anlamına gelecek evsaflı bir ‘gözetim’ işinin ABD merkezli firmaya verilmesi pek tutarlı bir tutum gibi görünmüyordu. Zira, 16 Nisan referandumu sürecinde cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ‘daha yerli ve milli politikaları’ uygulamayı mümkün kılacağı vaadiyle yürütülen bir kampanya vardı ve bu kampanyanın hikayesi, ‘dış müdahalelere karşı korunaklı, bağımsız ve yerli bir devlet yapılanması’ kurmak için sistemin değişmesi gerektiğini vurguluyordu. McKinsey’in şartları ile yeni sistemin hikayesi arasındaki uyuşmazlık barizdi.
Peki nasıl oldu da anlaşma bu safhaya kadar gelebildi? Asıl çizgi ‘Biz bize yeteriz’ ise eğer, neden ilan edildi ve niyet anlaşması aşamasına kadar gelindi?
İlk akla gelen ‘Acaba Erdoğan yapılacak anlaşmanın detayları, McKinsey’in şartları hakkında yeterince bilgilendirilmedi mi?’ sorusu.
İkinci akla gelen ise, Erdoğan’ın küresel piyasalar açısından güvenilirlik testi anlamını taşıyan ve dış yatırım çekmeyi kolaylaştıran projenin mümkünlüğüne aklının yatması ama muhalefetiyle muhafazakarıyla her kesimden gelen majör tepki nedeniyle politika değiştirmeyi tercih etmesi olasılığı. Agoranın nabzının küresel taleplerden üstün tutulması her zaman iyi bir şey olmayabilir, o ayrı bir tartışmanın konusu. Ancak Erdoğan yapılan politikaların, seçilen yolların ‘yerlilik ve millilik’ düsturuyla çatışma görüntüsü vermesinden mütevellit tansiyon yükselişini ‘belirleyici’ ve ‘yön tayin edici’ bir faktör olarak görmüş olabilir. Bu ihtimalde söylenilecek olan bellidir: Erdoğan, sokakla, halkın hassasiyetleri ile senkronize olmakta hiç zorluk çekmeyen bir siyasetçi olarak; yerel seçim öncesi AK Parti tabanında kafa karışıklığına sebep olabilecek bir karamsarlığı önlemiştir.
BAHÇELİ’NİN ZOR GÜNÜ
Her hâlükârda bu politika değişikliğinden en büyük zararı Devlet Bahçeli görmüş oldu. Çünkü hiç beklenmedik biçimde, McKinsey meselesini Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’tan bile daha çok savunmuş olan tek siyasetçi, milliyetçiliği tartışma götürmeyecek kadar kesif olan Devlet Bahçeli’ydi. Anlaşmanın tutarlı, gerekli ve meşru olduğunu ispat etmeye çalışan çok sayıda tweet attı.
Anlaşmaya ilk itiraz eden siyasetçinin İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener olduğu düşünülürse, durumun vahameti daha net anlaşılır.
Ancak elbette Bahçeli mazurdur. Yaptığı her doğru ve yanlış, özünde tek bir hedefe yönelik: İttifakı ayakta tutmak. Erdoğan’ın McKinsey işini rafa kaldırdığı konuşmanın içeriğinde ‘Devlet Bahçeli’ye özel olarak teşekkür etmesi de Bahçeli’nin düştüğü kırılgan durumu tamir ve telafi etmeye yönelik bir jestti. Ama nasıl derler, olan oldu bir kere.