Gidip gezeli bir hafta oldu. Bugün yazayım yarın yazıyorum derken araya savaş girdi.
Lakin ipin ucu zaten kaçtı ve “Nedir yani, daha ölmedik” direnciyle davranacağım ve bu yazımı geleneksel çerçevesinden dışarı fırlamaya çalışan; böyle yaparken aslında tam olarak kendisi olan bir sergiye ayıracağım.
Geleneksel Türk sanatlarındaki ilk kırılma hat, tezhib gibi sanatların ‘çerçeve’ içine alınmasıydı.
Bu sanatlar daha önce bir kitabı varetmek ve süslemek için kullanılırdı. Orijininde, hepsinin bir arada olması esastı. Bir kitap talik nesih ve celi sulûs ile yazılır, etrafı tezhible döşenir ve zaten kağıdı da ebrulanmıştır vesaire.
Onları alıp ayrı ayrı ya da ikili üçlü çerçeve içine koyarak duvara astığımızda ise başka bir şey oldular.
Çerçeveler bir takdim yöntemi olmaktan ziyade duvar oldular, bahçe çiti oldular, hatta belki dikenli tel oldular. Dikkat bu alana giremezsiniz. Ya da tam tersi. Dikkat, buradan çıkış yok.
Yeditepe Bienali kapsamında Nuruosmaniye Cami’nin altında yer alan ve ‘Mahzen’ olarak bilinen bir yeraltı güzelliğinde sürmekte olan bir sergi ise eserleri çerçeve dışına taşırarak, başka sanat türleri ile konuşturarak yeni bir şey yapıyor.