Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli, katıldığı bir yayında OHAL kanunuyla ilgili olarak “OHAL, ilan edildikten sonra hükümete çok büyük yetkiler veren bir kanun. Açıp baktığınızda okudukça tüyleriniz diken diken oluyor” dedikten sonra endişesi olan vatandaşları müsterih kılmak için “Bu yetkileri kullanmayacağız”sözü verdi.
OHAL kutlanası bir hal değil. Adı üzerinde olağanüstü hallerde kullanılan yetkileri ifade eden bir konsept. Tüyleri diken diken olanlar rahatsız olmakta haklı. Ancak OHAL ilan edildiği günü düğün dernek havasında karşılayanlar da haklı.
OHAL ilanı karşısında başkalarına “enteresan” gelen sevinci doğru okumamız gerekiyor. Bu sevinç zımni bir sözleşmeye tekabül ediyor. Çünkü kan döküldü ve 15 Temmuz gecesi yaşanan kâbus, Cumhurbaşkanı ile beraber bazı siyasilerin, TSK içindeki onurlu subayların, Emniyet’in, Özel Harekât’ın ve çok hesapta olmayan bir silah olarak bu ülkenin vatandaşlarının direnişiyle sonlandırıldı. Şimdi karşımızda şehit vermiş bir millet var ve “paralel” gibi “darbeci” gibi bir tehditten arınmış bir devlet istemek en çok onların hakkı.
Demokratik rejimi canları pahasına korumuş bir millet, tam da bu fedakârlık üzerinden devlete bir sorumluluk yüklüyor: Bu sorunu çöz. OHAL ilanı millet tarafından yüklenen bu sorumluluğa verilen cevap olarak görülüyor. Cumhurbaşkanlığı makamında cisimleşen bu muhataplıkla devlet, hukuki terimlerle konuşursak, söz konusu icaba davete olumlu yanıt vererek icapta bulunuyor: “Tamam çözeceğim, ama ancak el yükselterek, hızlı ve etkin hareket etmemi sağlayacak yetkilerle çözebilirim, kabul mü?” Kısıklı’da, meydanlarda toplanıp demokrasi nöbetini devam ettirmekte geri düşmeyen kitlelerin tavrına, OHAL’i bir umut ışığı olarak telakki etmelerine bakarak anlıyoruz, evet, “kabul”.