ÇOCUKTUM ve 20’li yaşlarında olan insanlar bile bana “amca” gibi görünmekteydi. Sıcak bir yaz günü o amcalardan biri, beşinci kattaki evimizin merdivenlerini hızlıca tırmanmış, kapımızı dövmekteydi. “Kim o?” diyen annemin sesi, “Ne olursunuz kapıyı açın” diye yalvaran bir erkeğin sesine karıştı. Annem kapıyı açtığında bana kocaman gelen ama soluk soluğa kaldığı için çaresiz görünen “amcanın” yakaran gözleriyle karşılaştık. “Beni içeri alın lütfen, yoksa öldürecekler” diyordu.
12 Eylül darbesinden bir buçuk yıl kadar önceydi.
Annem, hayır demek için çok geç kaldığının bilinciyle değil, hayır, bir insanı kim olursa olsun o durumda bırakamayacağı için, evet, “amca”yı, yani genç adamı içeri buyur etti.
Adama su verdik. Teşekkür etti ve içti. Nihayet göğsündeki fırtına dindi.“Çatışma oldu” dedi, “Buraya kadar kovaladılar, yakalarlarsa öldürecekler. Çok sağolun siz kapıyı açtınız ve...”
Sonra ilave etti: “Abi ne zaman gelir?”
Doğal olarak, derin bir sessizlik...
En sevdiğim ekoseli-pileli eteğim, uzun saçlı bebeğim Vildan ve ben, hem amcaya hem annemize uzun uzun bakıyoruz. Tartıyoruz. Anlıyoruz ki annemiz de amca da endişeli.