ABD’nin yeni başkanı daha görevi devralmadı ama on binlerce
Amerikalı onu şimdiden protesto etti bile. Protestocular arasında
arkadaşına sarılıp ağlayan başörtülü esmer bir genç kızın fotoğrafı
iç burkucuydu. Kim o genç kızın korkusunda vücut bulan
Müslümanların, siyahların, Meksikalıların korkusunun yersiz
olduğunu iddia edebilir? Hele hele İslam karşıtı Hollandalı
siyasetçi Geert Wilders’ın, Trump’ın başarısı netleştikten sonra
attığı şu tweet’i gördükten sonra: “İnsanlar ülkesini geri alıyor.
Biz de geri alacağız.”
İsrail Eğitim Bakanı Naftali Bennett’in, Trump’ı kutlamakla
kalmayıp ayrıca verdiği müjde(!) de manidardır: “Filistin Devleti
devri sona erdi.”
Belki en anlaşılabilir saik, Fransa’nın sağcı partisi Ulusal
Cephe’nin önde gelen isimlerinden olan Florian Philippot’tan geldi.
“Trump’ın başkanlığının, Fransız diplomasisine kendisini Amerikan
hegemonyasının daha az egemen olduğu, daha dengeli bir dünyada
ifade etme fırsatı vereceğini” söyledi Philippot.
Türkiye’nin Trump ümitvarlığında da aynı temayı bulmak mümkün.
ABD hem Cumhuriyetçi’siyle hem Demokrat’ıyla, hem “hard” hem “soft”
yöntemlerle; birbirinden farklı gibi duran ama birbirini tamamlayan
yöntemlerle yıllardır ülkelerin potansiyelini, birikimini ve
geleceğini dizayn ediyor.
Trump ise bütün kabalığına ve bozuk siciline rağmen özellikle
Ortadoğu’daki hegemonyasında vites düşürmüş bir ABD sinyali veriyor
ya da verdiğine inanılıyor. Vaatlerinin bazılarından ABD’nin içinde
bulunduğumuz coğrafyayla daha az ilgileneceği, Asya Pasifik’e
ağırlık vereceği sonucu çıkıyor. Böyle bir durumun Türkiye ve
Rusya’yı kazançlı çıkarmaya yarayacağını ileri sürmek yanlış olmaz.
“Daha az müdahale” umudu nedeniyledir ki bazen ipin ucunu
kaçıranlar, Trump ile Erdoğan arasındaki benzerliklerden destan
çıkarmaya çalışanlar da oluyor.