Yaşadığımız hadiseler, FETÖ’nün örgütlenme şekli, çalışma
yöntemleri dikkate alındığında “darbe” kararının politik düzeyde,
Gülen ve şürekası tarafından alındığına şüphe yok. Tıpkı, MİT
Müsteşarı Hakan Fidan’ın tutuklanması girişimi, 17/25 Aralık
hadisesi, MİT TIR’larının afişe edilmesi, üst düzey yetkililerin
toplantı ses kayıtlarının internette sızdırılmasında olduğu gibi.
Politik düzeyde kararı alan Gülen, uygulayan ise sektör
“imamlarının” kontrol, koordinasyon ve gözetiminde şakirtlerdi.
Benzer modelin 15 Temmuz darbe girişiminde de uygulandığını görmek
mümkün. Darbelerin nihai hedefi, siyasi erki zorla ele geçirerek
yönetimi yeniden ve yeni aktörlerle belirli bir politik hedef için
şekillendirmektir. Bu nedenle darbe kararının alınmasından sonra
sürecin iki farklı alanda ilerlemesi gerekir. Bir yanda yönetimi
zorla ele geçirecek FETÖ’cü askerlerin icra hareketleri. Bunun için
hangi birliklerin, ne amaçla, ne zaman, nerede, nasıl, ne
yapacaklar sorularına cevap aranır. Bu, iktidarı ele geçirme işinin
planlaması ve icrayı içerir. Darbenin bu yönünü geçen yazıda ele
almıştık. İkinci konu, “darbenin” ardından inşa edilecek siyasi
mimaridir.
15 Temmuz darbe girişimini diğer darbelerden ayıran hususlardan
biri, darbeci askerlerin FETÖ içindeki pozisyonları, örgütün
güvenlik kültürü gibi nedenlerden dolayı bazı soruları karar
alıcıya asla soramamalarıdır. Özellikle de “darbenin
başarılmasının” ardından kurulacak kabinede yer alacak isimler ve
muhayyel hükümetin öncelikleri gibi konularda. Hele darbenin siyasi
mimarı, karar alıcısı Gülen olunca, onun örgütteki statüsü,
etrafında yaratılan efsaneler dikkate alındığında bu husus hiç
tartışılamaz bile.
Oysa geçmişte darbeyi yapan askerler darbe kabinesine kendileri
karar verdiler. 15 Temmuz darbe girişiminin mimarı FETÖ’nün hücre
teşkilatı, gizlilik prensipleri, “ağabey” ve şakirt modeli dikkate
alındığında darbeci generallerin darbeyi planlarken bile, darbe
kabinesinden haberdar olmamaları mümkündür. Haberi olması muhtemel
Adil Öksüz ise kayıptır.