ABD başkanı Trump, ülkesinin İsrail Büyükelçiliği’ni Kudüs’e
taşıma emri verdi. Emir, zaten kırılgan olan bölgenin siyasi,
psikolojik ve güvenlik ortamını daha hassas bir hale getirdi.
Hareket sadece Ortadoğu ülkelerinin değil, çoğu İslam devletlerinin
iç politik dengelerini, bölgesel sorunlarını, ittifaklarını
etkileme kapasitesine sahip. Bu aynı zamanda bölge dışı aktörlerin
rollerini, ilişkilerini de yeniden düşünmeyi gerektiriyor.
Çok iddialı gibi görünse de Suudi Arabistan’dan İran’a, Mısır’dan
Türkiye’ye, Pakistan’dan Afganistan’a, Suriye’den Lübnan’a,
Irak’tan Ürdün’e tüm bölge yeniden hareketlenecek. Söz konusu olan
sadece devletler değil. Karar, Yemen’de Husiler, Lübnan’da
Hizbullah, DAEŞ, Hamas, Taliban gibi savaşan tüm devlet dışı
aktörleri daha da keskinleştirecek.
Devam eden iç savaşlar, gerilim ve belirsizlikler insanların
umutsuzluklarını artırırken, güvensizliklerini de derinleştiriyor.
Esasen bu süreçte birçok devlet zayıflayıp çökerken işlevlerini de
yerine getiremez oldular. Buna karşılık devlet dışı silahlı
grupların toplumlarda varlığı ve “kabul edilebilirliği” arttı.
Böyle bir ortamda Trump, kararıyla yangına benzin döktü. Araplara,
İsrail ile girdikleri tüm savaşlardaki mağlubiyetlerini sürekli
hatırlatan, kimlik travmasına yol açmış Kudüs sorununu gündeme
taşıdı. Sorunun “duygusal” yönü dikkate alındığında, İslam
dünyasında ABD’ye duyulan tepkinin artarak süreceğini ileri sürmek
çok da iddialı olmaz.
Bazı siyasiler Trump’ın kararına ancak “nutuk” düzeyinde tepki
verse de asıl gelişmenin sokaklarda yükselecek öfke seli olduğunu
söyleyebiliriz. Öfkenin hedefinde ABD, İsrail ve müttefikleri
olacak. Öte yandan, devletler kadar, devlet olmayan bazı “zorunlu
müttefikler”in de gelişmelerden nasibini alabileceğini
öngörebiliriz. Elbette, öfkeye maruz kalacak ABD’nin Suriye’deki
müttefiki PKK/PYD’den söz ediyoruz. Nitekim bölgeye bakınca,
ABD’nin müttefiki başkaca bir grup da akla gelmiyor.
Esasen, eski “Marksist PKK”nın “emperyalist ABD” ile geliştirdiği
müttefiklik ilişkisi ideolojik olarak bir tuhaf duruma işaret
ediyordu. Şimdilerde ise bu tuhaflık daha da artıyor ve karmaşık
hale geliyor. Türk kamuoyu pek duymak istemese de PKK Lübnan’a
taşındığı 1980’lerin başında, kendisi gibi Marksist olan Filistin
Kurtuluş Örgütü’nden yardım aldı. İsrail’in Lübnan’a saldırdığı
1982’de, ön saflarda İsrail’e karşı FKÖ ile birlikte
savaştı.
Bu gün, PKK’nın Kudüs sorununda, ABD ve İsrail’e yakınlığı, bir
sonraki aşamada Kürt-Arap ilişkileri üzerinde etkili olacaktır.
Nitekim Kuzey Irak’ta yapılan referandum sürecinde açılan birkaç
İsrail bayrağının bile, Araplar ve İran üzerinde yarattığı etki
unutulmamalı. Bu çerçevede Ortadoğu’da her şeyin süratle
değiştiğini, zeminin oynak ve öngörülemez olduğu bir kez daha
ortaya çıkıyor.