Birbirinden binlerce kilometre uzakta cereyan eden “dini referanslı” terör saldırıları bir madalyonun iki yüzü olarak karşımıza çıkıyor. Bir yüzünde “dini referanslı” Yeni Zelanda terör saldırısı ve ona verilen tepki var. Diğer yüzündeyse, başta Suriye’de olmak üzere, yine “dini referanslı” DAEŞ terör örgütünün saldırıları ve ona verilen tepki bulunuyor.
Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern terörizme karşı siyasi liderlerin duruşunun nasıl olması gerektiğinin iyi bir örneğini verdi. Terör saldırısının amacının kendi yönetiminin zaaflarının yanı sıra, halkına ve dünyaya korku mesajı, nefret aşılamak olduğu gerçeğinden yola çıkarak tutumunu ortaya koydu. Teröristin çabalarını boşa çıkarmayı, propaganda silahını elinden almayı ve etkisini azaltmayı başardı.
Muhtemelen bu trajediden ders alarak ülkesinin diğer hatalarını, eksikliklerini de giderecektir. Ancak, ister bölgesel, isterse küresel olsun terörizmle mücadelenin tek bir hamleyle kazanılmayacağı açık. Potansiyel teröristler, eleman devşirdikleri radikalleşme sürecine dahil olmuş aşırıcılar daima var olacaktır. Üstelik küreselleşen dünyamızda, sakin bir ada devleti olsanız bile bu konularda bazen çaresiz bazen de yetersiz kalabilirsiniz. Örneğin, teröristleri harekete geçiren motivasyonu (dini, etnik, siyasi) yok edemediğiniz gibi, şoke edici eylemlerin nasıl uygulanacağına dair binlerce kilometre öteden yayılan fikirlere de tek başınıza engel olamazsınız.