Yüce Allah bu Yüce Kitabı Peygamberimize 23 senelik bir zaman
dilimi içinde peyderpey gönderdi. İndirdiği her ayetin, surenin
elbette ki bir arka planı vardır. Biz buna "sebeb-i nüzıl - ayetin
iniş hikâyesi" diyoruz.
İnen ayetlerin hayata nasıl tatbik edileceği de Hz. Peygamber'e
(s.a.v.) Cebrail'in aracılığıyla öğretildi.
Sonraki dönemlerde yetişen alimler Kur'an ayetleri ve Hz.
Peygamber'in (s.a.v.) uygulamaları anlamındaki hadisleri esas alıp
dine ait genel ve teferruata hitap eden sonuçlar çıkarmak için
gayret ettiler. Kıyas -benzer olaylara aynı kuralı uygulama- icma,
istihsan, örf, mesalihül mürsele, sahabe sözü gibi diğer hüküm
çıkarma kaynaklarını da akıl ölçeğinde ele aldılar. Böylece vahiy
olan Kur'an'daki hükümleri en uygun metotla anlamaya ve uygulamaya
gayret ettiler. Ve temeli sağlam bir dini miras bıraktılar.
Müctehid ulemanın yaptığı buydu. Bundan hareketle; yeni meselelere
bu temel kaynaklardan hareketle yeni çözümler -ictihad- üretmekte
herhangi bir sıkıntı görünmüyor. İctihadın kapısı kapalıdır diyen
de yok.
Ancak İslam'ın özüne dönelim, bid'at ve hurafeye karşı duralım
anlayışının bizzat özü bozduğu ve Allah ile Resulünün bize
öğrettiklerini dine alternatif bir din empoze ettikleri ortada.
Ahirette hesabını verirler mi? Bunun cevabını da onlar
versinler.
Peki bu ifrat ve tefrit -iki uçtaki aşırılık neden?
Göründüğü kadarıyla şu:
Bir kesim -modernist, oryantalist, eskiye dair temel kaynakları
şahsi mülahazalarla yok sayan grup- diyor ki, Kur'an ortada. Bizim
de bu Kur'an'ı anlayacak yeterince aklımız var. Kur'an-ı Kerim'in
bazı ayetleri tarihsel veya bölgesel kabul edilip -hükmü- yok
sayılabilir. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sözleri ise ya yok hükmünde
kabul edilmeli veya arzu edileni işlemlendirilir, akla uymayanı ise
reddedilir. Reddederken de hadis metodolojisindeki sened ve metin
kritiğine de itibar etmeyiz. İşimize geleni alırız, işimize
gelmeyeni almayız. Özeti bu.
Aslında Papa'nın geçenlerde vermiş olduğu bir röportajında dile
getirdiği; Müslümanlar kitaplarını tarihsellik ve bölgesellik
penceresinden yeniden eleştirel olarak okumalılar tavsiyesine uygun
bir yol takip ediyor bu grup.
Bu grup; mevzu ve İsraili hadisleri tenkit etse, ictihadlar
arasında sahih bir kritere uymayan görüşleri eleştirse veya şaz bir
görüşe karşı güçlü malzemeyi önümüze koysa samimiyetlerinden endişe
etmeyeceğiz. Ama görünen o ki, bu grup akademik çalışmalarında elde
ettikleri kabulleri, Allah'ın kitabından da, Resulünün sünnetinden
de daha makbul sayacak bir çılgınlığın kıyısındalar. Halkı
küçümseyen bid'at ve hurafeye ehli sayan; vahye iman teslimiyette
eksen kayması yaşayan bu kesim kendisini - şımarıklığı,
saldırganlığı, ecdada hakareti, eski ulemayı küçümsemeyi, Hz.
Peygamber'i (s.a.v.) ve sahabeyi tenkid etmeyi bir kenara bırakıp
-gözden geçirmelidir. Yoksa yarın arkaya dönüp baksa ümmetinin
imanını tehdit ettiğini ve deist bir gençler grubunun çoğaldığını
görecek. Mimarı da onlar.