Aslında bu yazının başlığını 'Hangi İslamiyet' olarak
tasarladım. Ama başlığın oluşturacağı yanlış algıdan dolayı 'Hangi
Müslümanlık' başlığını tercih ettim.
Siyasette, ekonomide, silah gücünde, zenginliğinde, dünyaya yön
vermede aktif rol oynayan ülkelerle -bir de coğrafyaları konumu
gereği stratejikse- oynanacağı ve rahat bırakılmayacağı apaçık
ortada. Büyük balık sendromu her ne kadar ürkütücü ise de, bir
vakıaya işaret ettiği de gerçektir.
Şimdi yığınla yeni mezhep, meşrep, dini akım, dini cemaat oluştu.
Hem de çok kısa süre içinde. Garip fetvalar veriliyor. Ortadoğu'da
kan oluk gibi akıyor. Müslümanlığın neresinde durulduğu belli
değil. Hangi kaynak esas alınıyor. Müslümanlar olarak biz hangi
durumu sergilemeliyiz.
Elbet bu soruların cevabını biliyoruz. Ama bizim bilmemiz yetmiyor.
Dünyanın ve İslam âleminin de bu konulardaki bulanıklığını
gidermeliyiz.
İslam'ın iki temel kaynağı var. Birisi Kuran-ı Kerim ötekisi sahih
sünnet. Bunu işlevlendirmek için de edille-i şer'iyye düzleminde-
kıyas ve icma var.
Eski ulemanın çizgisi belli. Mezhep esasları belli olan Hanefi -
Şafii - Maliki - Hanbeli - Caferi mezheplerinin duruşu ve müntesibi
kalmamış Evzai - Zahiri -Nehai ve benzeri mezheplerin de duruşu
belli. Yıllarca bu duruşlar kan, barut, kaos, şiddet üretmedi.
Çünkü itidal vardı. Denge vardı.
Zaten bugünkü kaos ve belirsizlik de ne dinin kendinden, ne
kaynaklarından ve ne de nasslarından kaynaklanıyor. Siyaset ve ucu
belirsiz bir oluşumlar kıyametinin kendilerine meşruiyet oluşturmak
çabasıyla fetvalar ve olurlar bulmak için hükümleri zorlamalarından
başka ne olabilir ki.